16 Haziran 2025 tarihinde, barajsız sendika, yasaksız grev ve güvenceli iş başlığını taşıyan yasa teklifi, Emek Partisinin öncülüğünde CHP, DEM Parti, TİP ve İyi Parti milletvekillerinin ortak imzasıyla Meclise sunuldu.
Bugünün Türkiye'sinde, emekçiler her geçen gün daha ağır koşullarda çalışıyor. İşçi sınıfının yüzyıl önce grevlerle kazandığı 8 saatlik iş günü bugün, TÜİK, ILO ve OECD verilerine göre, ortalama 12 saate dayanmış durumda. Ücretler enflasyon karşısında hızla eriyor; asgari ücret, açlık sınırının dahi altına düşüyor. İş cinayetleri, denetimsizlik ve cezasızlık zemininde sıradanlaştırılmış halde. İşçiler, patron baskısı ve mobbing eşliğinde, örgütsüz bırakılarak yalnızlaştırılıyor.
Anayasa’nın 49. maddesi uyarınca devlet, çalışanların hayat/refah seviyesini yükseltmek ve onları korumakla yükümlü iken; 55. maddesi ise adil ücret hakkını güvence altına alırken; mevcut iktidar bu hükümleri sistematik olarak ihlal ediyor. Mevzuat, fiili grev yasağına ve sendikal örgütlenmeyi engelleyen bir bahaneler manzumesine dönüşmüş durumda. Grev kararları ya milli güvenlik bahanesiyle erteleniyor ya da hukuken tanınmasına rağmen fiilen uygulanamıyor.
Şimdi bu koşullarda, yani var olan yasalar uygulanmazken ve muhalefetin meclise getirdiği her teklif Cumhur ittifakı tarafından reddedilirken bu yasa teklifini verenler ne bekliyor? Kaldı ki mecliste CHP’li ya da başka muhalefet partisinden işverenleri temsil eden ya da işveren olan vekiller bu teklife oy vermeyecekleri açıktır. Mecliste işçilerin doğrudan seçtiği ve onları temsil eden bir tek milletvekili bile yoktur.
İşçi sınıfı sendika ve grev kazanımlarını bizzat grev yaparak kazandı. Hem de yasalarda grevin yasak olduğu dönemlerde… Bu gerçekler bu teklifi verenler tarafından bilinmez mi? Elbette bilinir. Ama yine de teklifin verilmesinin bir amacı var: O da işçi ve emekçileri kendi parti saflarına çekmek, seçimlerde oy toplamak. Seçim olmazsa o zaman da işçilere “Bu ülkede hiçbir hak, masa başında verilmedi; sokakta kazanıldı.” diyerek sokağı hedef olarak göstermek. O zaman eskiden beri solcuların kullandığı “üretimden gelen güç” kavramına ne oldu? Hâlbuki sokakta kazanılan bir grev hakkı, sendika hakkı ya da TİS yoktur. Kazanılan haklar üretim alanlarında yapılan mücadelenin sonucudur. Yani grev hakkı grevle kazanılır, grevi kullanmadan ya da grev tehdidi olmadan hiçbir işveren işçilerin hiçbir talebini onaylamaz, hiçbir TİS’e imza atmaz.
Bu teklifi verenler, çok iyi niyetle de vermiş olsalar da onların niyetlerinden bağımsız olarak işçi sınıfında, işçi temsilcilerinin olmadığı burjuva parlamentosunda çözülebileceği yanılgısı yaratacak ve asıl gücün kendilerinin üretimden gelen gücü olduğu inancını zayıflatacaktır.