“Çok okuyan mı bilir yoksa çok gezen mi?” sorusuna ilkokuldayken ne çok kafa yormuştum.
O yıllarda aklım hep okuyandan yanaydı. Ama artık okumak ve gezmenin birbirini desteklediği kanısındayım. Teoriyi ve pratiği harmanlayarak. Okuyarak gezmek belki de en iyisi.
Öte yandan, gezmek şöyle dursun okumanın bile maliyeti az değil ama kolay yolları da var. İkinci el satan sahafları okuma meraklısı olanlar biliyor zaten. Dilerim sayıları artar.
Bir de eğer zor gelmezse (Orta yaş ve üzerindekiler için biraz zor olabiliyor) internetten “Kitap oku” uygulaması indirip telefondan kitap okumak. (Bilmeyenler için hatırlatmak istedim.) Yani gezmekten çok kolay ve maliyeti de çok düşük. Bu durumda okuyamamanın bahanesi neredeyse yok sayılır. Telefondan okumakta zorlananlar “Sesli kitap” uygulaması indirip dinleyebilir. Yemek yaparken veya el işleriyle uğraşırken sesli kitap dinlemek bana iyi geliyor. Zamanı boşa geçirmediğimi düşünüp vicdanımı da rahatlatıyor.
Küresel ısınma dünyayı etkisi altına almadan önce, eylülün girmesi sonbaharın başlaması anlamına gelirdi. Yaşadığımız mevsim değişikliği, mevsimleri yeniden düzenlemeyi gerektiriyor sanki…
Mümkün olduğunca eylül girdiğinde şöyle bir geziye çıkıp dolaşmak, şartları uygun olanlar için çok isabetli bir karar. Havanın çekilmez sıcağı bitmiş, turistik yerlerin kalabalığı azalmış ve en önemlisi, tesisler fiyatlarını aşağıya çekmişken…
Bu yazıya başladığımdan bu yana tereddüt içerisinde olduğumu söylemeliyim. Biliyorum, hayat pahalılığı hepimizin en büyük derdi iken tatilden bahsetmek yersiz olabilir. Ben sadece dikkatimi çeken yerleri paylaşmak istiyorum.
Marmara bölgesinde İstanbul dışında başka bir şehri görmediğimden, merak ettiğim çok yer vardı ama hepsini gezmek mümkün değildi.
*
-Çanakkale’nin Ayvacık İlçesinin Behram köyü ilk durağımız oldu. Adı her ne kadar Assos olarak anılsa da aslında Assos, Behram veya Behramkale köyünün içinde bulunan antik bir liman kenti. İlk çağ filozoflarından Aristotales’in burada bir okul kurduğu da biliniyor.
Tarihi limanı dolaştıktan sonra Behram köyüne ulaşmak için, tepeye doğru kıvrılarak çıkan dar yol, çoğu ziyaretçiyi ürkütse de görmeden de ayrılamıyorlar. MÖ 7. Yüzyılda kurulduğu söylenen Assos Antik Kenti zamanının zengin liman şehirlerinden biriymiş. Denizinin soğuk olduğunu söylememe gerek yok belki ama 35 derece sıcaklıkta bile deniz gerçekten de çok soğuk. Hele bir de İskenderun’un kaplıca suyuna yaklaşan denizinden sonra…
*
-Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı bir ada olan, en çok bilinen adıyla Cunda Adası da( Bir diğer adı Alibey Adası) merak ettiğim yerler arsında. Ada karaya iki küçük köprü ile birleşiyor. Beklentimin biraz altında kalsa da tarihi taş evlerin olduğu sokakları, kilisesi, ( Kapalı olduğundan dolayı içini gezemesek de…) ve yel değirmenleri görülmeye değer.
*
- Ayvalık sahili İskenderun’un eski bakir günlerini hatırlattı ve içim cız ederek dolaştım. Neyse ki orası da ülkemizin bir parçasıydı. Sahilde çoğunluğu iki katlı binalar, iki şeritli bir yol, kaldırım ve sonrası kumsal, balıkçılar, kayıklar, plaj…
*
- Muğla’nın Milas ilçesinin mahallesi olan Ören de doğallığını kaybetmeyen yerlerden denilebilir. Bu iki şirin yere bakınca, oralardan eksiğimiz olmadığını görüyorum. Dönüşü olmayan, hesapsız kitapsız projelerle elimizden çekilip alınan güzel şehrimiz için üzülmenin faydası yok artık.
Bu şirin kıyı kentlerde bir kez daha anladığım, doğal olanın özel olduğuydu… Yani lüks seramikler mermerler yerine, doğal taşların yolun kıyısında kendiliğinden oluşan plajların, sıradan ahşap bankların, rengarenk hasır şemsiyelerin olduğu, basit, sade, doğayla bütünleşen görüntüleri arıyoruz. Ketlerimiz birbirine benzeyen botokslu yüzlere dönüyor artık. Ruhu, mimarisi, geçmişin izleri korunmayan benzer kentler…
TOKİ’nin yaptığı evleri düşünün. Nereye gitseniz şıp diye tanırsınız. Peki doğrusu bu mu? O kentin dokusu, mimarisi yok mu? Bir kalıptan çıkmış ruhsuz, ezberlenmiş yapılar…
Afişlerden gördüğüm kadarıyla sahildeki çalışmalar bittiğinde göreceklerimiz de benzer görüntüler olacak…
Denizin görünmediği sahilde lüks malzemelerin kullanıldığı, yapay güzellik kimilerini cezbedebilir. Buda bir bakış açısı sanırım.
Yıllar önce İtalya’ya yolumuz düştüğünde, Pescara adında bir şehrine gitmiştik.
İskenderun’a çok benzettiğim kent, dört beş katlı eski binalarıyla sade, göze hitap eden bir kentti.
(Eminim hala aynıdır.) Aynı İskenderun gibi sokakları denize çıkan bir şehir. Ama denize çıkan sokakların sonunda uzun bir plajla karşılaşıyorsunuz. Şehirde oturanların adına şezlong ve şemsiyelerinin olduğu bir plaj. Kaldırımlarda çeşmelerin olduğu bir plaj. Evinden deniz havlunu omzuna atıp, yüzmeye gidebildiğin bir plaj.
Böyle bir şehirde yaşamak bizler için hayal değildi.
Ama şimdi… gerçekten hayal bile değil…