“Canım şubat derdi ninem, nice soğuk olsa da içinde yazın kokusu var”. Her şubat ayında sosyal medyada paylaştım bu sözü. Ta ki 6 Şubat’a kadar. Artık şubat ayı bir gam kervanı. Acı anılarla bizi kedere boğuyor.
Tam üç depremle koca bir coğrafya sarsıldı. İki yıl geçmesine rağmen hâlâ moloz içindeyiz. Sağımızda solumuzda yıkım sürüyor. Toz, asbest soluyoruz. Kanser vakalarının deprem bölgesinde arttığını, artacağını söylüyor uzmanlar. Nefes darlığı, koah gibi illetlerden her ailede mustarip olan var. Bir türlü iyileşmeyen gripten şikâyet etmeyen yok. On beş günde bir hastanelerin acil servisini ziyaret ediyor bebekleriyle anneler.
“Reklama ayıracak paranız varsa insana en iğrenç şeyleri yedirebilirsiniz.” demiş bir söyleşisinde Marlon Brando. Siz bu sözü propaganda için düşünebilirsiniz artık. Kulağımıza tıkılan bir avuç eşek arısı gibi propaganda aygıtı. Düşünmeden koşmamızı istiyor, delice koşuyoruz; amaçsız, hedefsiz. Yuvarlanıp düştüğümüzde “istesek sizi kaldırmak için el uzatmazdık, verdiklerimiz sayesinde hayattasınız” diyecek kadar pişkin. Yapılan yanlışlar, sorumsuzluk denizinde kayboluyor. Yanlışları yapanlar ödüllendiriliyor.
Dağları eritip kum, çakıl yaptılar. Kalbur alıp elediler. Koca dağlar uyuz silüetlere döndü. İnsanın dağlara bakası kalmadı. Çelişkiye bakın ki ovada da moloz tepeleri oluştu yağmurla çamura dönüşen, dereleri, su yollarını tıkayan. Propaganda görüntüyü düzeltir sadece, güzel görüntü kalmamışsa görüntü almayı yasaklar.
Ayın, günün, güneşin bir suçu yok; bütün suç insanda. Siyaset; bu suçu, hatayı sorgulama, yargılama, düzeltme basiretinde olmak zorunda.
Şubat cüce ay. İsterse bütün ömrünüzü kışa boyar, isterse yazı kulpundan tutar getirir, şakası olmadığını anladık.