“İnsan yaşadığı yere benzer” der Edip Cansever Mendilimde Kan Sesleri şiirinde. İbni Haldun’unun da “Coğrafya kaderdir.” dediği bilinir. İki söz de doğanın diyalektiğini tam betimlemez. Doğrusu, insan doğanın bir parçasıdır ama özne olarak doğayı eylemleriyle en çok değiştiren de odur. Bu değişimin insan-doğa ilişkisinin güzelden yana evrimleşmesi süreci, ne yazık ki günümüzde kötüleşmeden yana hızla ilerlemektedir. 1996’da Brezilya’da uygulamaya konan ekstraktivizm (kazıcılık) denilen madenlerin-ormanların yağmalanması politikası Türkiye’de de 2001 krizinden bu yana sermaye birikim rejimi olarak hızla uygulandığından ekolojik sistem hızla bozulmaktadır.
Neden bu girişi yaptığıma gelince… Karadeniz, özellikle de Trabzon deyince, benim aklıma sadece “bir salkım karayemiş” gelmiyor. Korunması gereken zengin bir doğa, geliştirilmesi gereken dostluklar, yeniden ve yeniden harmanlanmasında büyük yarar bulunan kültür okyanusu canlanıyor ufkumda. Böylesine bir okyanustan özsu damıtmak kuşkusuz çok zor. Dilimin döndüğünce bu zoru, Mehmet
Akcelep dostumun isteği üzerine başarmaya çalışacağım.
17-19 Ağustos günlerinde Rize’nin Fındıklı ilçesindeydim. Fındıklı Belediyesi tarafından düzenlenen “Yeşil Altın Gümüş Deniz Festivali”nde “Emek Edebiyatı” konulu söyleşi yapmak üzere davet edilmiştim. 17’sinde Çağlayan Vadisi’nin görkemli manzarasını izlerken Çamlık Yaylası’na ham yoldan tırmanan aracın zıplamasıyla yüreğimiz ağzımıza geliyor ama korkumuzu yenerek yeşilin bütün tonlarına hayranlıkla bakıp yaban hayatının çekiciliğinin peşinden gidiyorduk arkadaşlarla. Tam 37 yıl önce Ankara’dan Çarşıbaşı’na gelip buradan Yavuzköy Ortaokulu’nda Türkçe Öğretmenliğine başlamak üzere 17 km tırmandığımız doğa gözümde canlansa da burası bambaşkaydı. Her fırsatta doğa harikasının birbirinden güzel kesitlerinden fotoğraf ve videolar çekerken, İskefiye Vadisi’nden de aynı merakla çektiğim kareler gözümün önünden geçiyordu. Birkaç yıl önce Yavuzköy’e, o dönemdeki öğrencilerimizin daveti üzerine, birlikte çalıştığımız birkaç öğretmen arkadaşımızla ziyaret yaptığımızda yaylaya kadar yolların asfaltlandığını, dolayısıyla yapılaşmanın arttığını, köyün eski doğallığını kaybettiğini gözlemlemiştim. Evet, yol uygarlaşmanın bir sembolüydü ama aynı zamanda o yolla doğayı yağmalamak isteyenlerin de önünü açıyordu. Bu nedenle olsa gerek Çağlayan Vadisinden yükselen ham yola beton döküldüğünü görünce, “Böyle giderse, buradaki görkemli doğada yağmalanır.” demekten kendimizi alamadık. Bu paradoksu vurgulamak için böyle bir girişe ihtiyaç duydum.
Çamlık Yaylası’nda da festival çerçevesinde akşam etkinlik yapılacaktı. Eşim ve kızımla öğleyin yayladaki köylüleri ziyaret ettik. Buranın temiz havası, soğuk suları, bitki çayları, bin bir çiçek açan otlarla beslenen keçi eti, sütü, yoğurdu ve peyniri yayla insanına hayat verirken, aynı zamanda bunları konuklarıyla paylaşmanın güzelliğini de kazandırdığına tanık olduk. Bir yandan da birkaç saat içinde güneş-sis-çise-güneş sarmalının heyecanını yaşadık. Festival alanına döndüğümüzde gece burada kalmak isteyenlerin çadırlarını kurduğunu, horon teptiğini gördük, atma türküler okuduğunu duyduk.
Montlarımızı giydiğimiz halde akşama doğru üşümeye başladık. Keçi etinden cağ kebabı yapanların yaktığı ateşin etrafında ısınırken Belediye Başkanı Ercüment Şahin Cervatoğlu’nun geldiğini söylediler. Trabzon’da öğretmenlik yaptığım yıllarda KTÜ Makine Mühendisliği’nde öğrenciydi kendisi. Ortak çalışma, dayanışma bilincimiz güçlü olduğundan kısa sürede kaynaşmıştık. Bağımız Ankara’da da sürmüştü. Kendisiyle kucaklaştık, esenleştik. Üretken ve Viçe halkının “meçi” kültürüyle önemli çalışmalara halkla birlikte imza atan Ercüment Başkan’ın ardından gelen de 1990’da Trabzon Halkevi’nde tanışıp kentin kültür-sanat-edebiyatı ve toplumsal sorunları üzerine birlikte kafa yorduğumuz sevgili Mehmet Akcelep arkadaşımızdı. Onunla 30 yıl sonra görüşmenin heyecanıyla kucaklaştık, esenleştik. Neler yaptığımızı, köprünün altından hızla akan su gibi anlatmaya, duygu ve düşüncelerimizi paylaşmaya çalıştık. Böyle zamanlarda insan, “İyi ki böyle güzel insanlar biriktirmişim.” demekten kendini alamıyor. 1987-1993 döneminde Trabzon’da çok güzel dostluklar kurduğumuz, kültürel dokumuza farklı renkler kattığımız gibi yüzlerce öğrencinin yetişmesine emek verdik. Bu emeğin güzel dönütleriyle karşılaşmanın sevincini her yerde yaşıyoruz.
Şair ve yüksek su mühendisi olan Antakyalı Sabahattin Yalkın, bir kitabının adını “Aşkdeniz” koymuştu. Bir harf ekleyerek çok güzel bir imge yaratmıştı. Karadenizli şairlerden böyle bir imge yaratan var mı bilemiyorum, “Karadostdeniz” demek isterim. Bunu iki anlamda kullandığımı belirteyim. Birincisi, “kara günlerin dostu deniz”, ikincisi de “karayla dost deniz” anlamında. Trabzon’da çalıştığım yıllarda tanıştığım ve usta bir satranç oyuncusu olmasının yanında dil-tarih üzerine araştırmalar da yapan Ahmet Dikmen’den aldığım bir kaynak kitapta, Karadeniz’e koloni kurmak üzere gelenlerin çektikleri zorluklar sırasında “düşman deniz”, yerleştikten sonra da “dost deniz” dedikleri Karadeniz’in coğrafyası ve insanıyla kısa sürede kaynaşmıştım. Bunda “Aşkdeniz”in çocuğu olmamın da payı vardır herhalde. Bunun en güzel verimi de, Karadeniz’in nitelikli kadınlarından biriyle yaşadığımız aşkın meyvesi olarak Trabzon’da kızımız İlkyaz’ın dünyaya gelmesidir.
Trabzon’da çalıştığım yıllarda Doğu Karadeniz’in birçok ilçe ve köyünde yaptığım sözlü tarih, dil-kültür çalışmalarımın verimi olarak dergi ve gazetelerde makale, deneme ve eleştiri yazılarım yer aldı. 2001’de Gelenek Yayınevi’nce yayınlanan “Doğu Karadeniz Lehçeleri Karşılaştırmalı Sözlüğü” kitabımla da bu coğrafyanın insanına borcumu ödemeye çalıştım. Trabzon Halkevi’nde verimli çalışmalar yürüttüğümüz Av. Şener Aşan, felsefeci-şair Kenan Sarıalioğlu, Orhan Şanlı, Mehmet Akcelep, Karayolları’nda çalışan Yol-İş üyesi Gültekin Ağabey başta olmak üzere yürekli ve üretken KTÜ öğrencileriyle çay-fındık üreticilerinin, balıkçıların sorunlarının çözümüyle ilgili etkinlikler yaptık. Katılım Emek-Sanat adıyla çıkardığımız dergide kültür-sanat-edebiyat ürünleri yayınladık. 1992’de Erzincan depremi olduğunda, halktan topladığımız malzemelerle yoksul depremzedelere yardım ettik. O dönemde Trabzon Halkevi, bölgenin çekim merkezi olmuştu. O süreçte ortak çalıştığımız tüm arkadaşları sevgiyle anıyorum.
Çok zengin kültür birikimi olan Trabzon’da 1960’lı yıllardan itibaren birkaç dönem yayınlanan Kıyı Kültür Sanat Dergisi, hem ulusal düzeyde hem de yerel yeteneklerin ürünleriyle etkili dergilerden biriydi. Derginin lokomotifi olarak Ahmet Özer ve Gündoğdu Sanımer ağabeyler yoğun emek veriyorlardı, önemli konularla ilgili dosyalar yayınlıyorlardı. Birkaç yazımın da yayınlandığı bu dergiye resimleriyle Adil Salih, karikatürleriyle Muammer Kotbaş, fotoğrafları ve bilimsel çalışmalarıyla Mustafa Reşat Sümerkan, incelemeleri ve edebi ürünleriyle Ali Mustafa ve Türkay Korkmaz katkıda bulunuyorlardı.
Daha sonraki yıllarda yazarlığıyla adından söz ettiren Burhan Öztürk’ün açtığı, adını anımsayamadığım kitabevi, Dilay Kitabevi’nden sonra uğrak yerimiz olmuştu. Eba Çarşısı, Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi, Mahmut Goloğlu Kütüphanesi, Hamamizade İhsanbey Kültür Merkezi buluşma ve etkinlik alanlarımızdı. Birkaç yıl önce, Türkçe Öğretmeni olarak göreve başladığım Çarşıbaşı’na bağlı Yavuzköylü öğrencimiz gazeteci Aydın Gelleci’nin daveti üzerine Trabzon’a gittiğimde Eğitim Sen’de “Emek Edebiyatı” konulu bir söyleşi yapmıştım. O gün şair Ömer Turan’ın sorumluluğunu üstlendiği bir sanatevine gitmiştim ama adını hatırlayamıyorum. Yanılmıyorsam Almanya’da yaşayan Trabzonlu bir gazeteci-şair adına kurulmuştu. Şimdi düşünüyorum, adını saydığım bu mekanlar ne durumda? 17 Ağustos’ta içinden Fındıklı’ya doğru geçerken fiziksel olarak genişlemiş bir kentin ışıklı silüetini gördüm ama kültür ortamının ne durumda olduğunu merak ettim. Umarım bu merakımı gecikmeden gideririm.
Altı yılda eğitim, bilim dünyasından da çokça dostlar edindim Trabzon’da. Onlarla önce Eğit-Der şubesinin açılması, ardından da Eğit-Sen’in kurulması için çalışmalar yürüttük. Uzunsokak ve Meydanpark bu açıdan buluşma, mücadele alanımız oldu. Burada adlarını sayamayacağım kadar çok olan o yürekli eğitim-bilim emekçisi arkadaşlarımızı da selamlıyorum.
Edip Cansever’in “İnsan yaşadığı yere benzer” dizesini, Karadenizliler için “Yaşadığı yeri benzetir.” olarak değiştirebiliriz. Bu sözün iki ucu sivri değnek gibi bir özelliği var. Bir ucunda, bulunduğu doğanın zorluklarını güzelleştirmek için bilim ve tekniğin olanakları zekasıyla hayata geçiren kamucu-toplumcu Karadenizliler; diğer ucunda doğayı cama betona boğan, madenleri-ormanları-suları yağmalayarak kasasını doldurmakla vicdanını “kâr aklı”na teslim etmiş bir avuç sermayedar Karadenizliler yer alıyor. Biz, kamucu anlayışla kentleşmenin öncüsü olan Trabzonlu Prof. Dr. Ruşen Keleş Hocamızın 25 Mayıs 2024’te Ankara’da yaptığımız “İnsan Hakları Perspektifinden 6 Şubat Depremleri/ Tıkanmayı Aşmak İçin” başlıklı konferansın onur konuğu olmasından, bunun için onur duyduk. HES’lerle Karadenizlilerin yaşam alanı yeşil vadilerin sularını yağmalayanlar, Dünya’da kuraklık tehlikesi baş göstermesine rağmen Doğu Karadeniz’in 7 kentindeki 37 bölgede madenlerin yağmalanarak doğal dengenin bozulmasına yol açanlar ise her zaman karşısında duracağımız güçlerdir. Dolayısıyla her toplumsal olayda yaptığımız gibi tercihimizi eşitlik, özgürlük ve doğanın korunmasından yana yapacağız. Buna aykırı davranan kentteşşimiz ve kardeşimiz de olsa “dur” diyeceğiz. Karadeniz coğrafyasında bu bilinçle hareket eden toplumcu, yeşil ve mavinin güzelliğiyle yürekleri donanmış dostlarımızın olmasından da hep onur duyduk. Onlarla, geçmişte olduğu gibi gelecekte de omuz omuza yürümekten mutluluk duyacağız.
“Denizlerin Buluşmasına Merhaba” dememin ikili çağrışımı bu noktada anlaşılmıştır, diye düşünüyorum. Birinci çağrışımın bir Akdenizli olarak güzel Karadeniz(liler)le buluşmamız olduğu açık, anlaşılır. İkinci çağrışım ise, sömürüye-haksızlığa-doğanın tahribatına karşı eşitlik-özgürlük ve yaşanabilir bir doğa için hepimizin “Deniz”ler gibi mücadelede ortaklaşmasıdır. Bu bilinçle çalışanlara, ürettiğini paylaşanlara selam olsun.