İlaç prospektüslerinde karşılaştığım “gram negatif bakterilere karşı endikedir” ifadesini merak edip bir uzmana sormuştum. O da bana Gram adında bir bilim insanının tam kırk yıl gözünün birini mikroskopa dayayıp bakterileri boyamaya çalıştığını, boyanabilen ve boyanamayan bakterileri sınıfladığını, böylelikle de antibiyotiklerin geliştirildiğini anlattı. Bu anlatı bana akademisyenliğin, araştırmacılığın kendini adamakla eş anlamlı olduğunu kavratmıştı.
Fizik ve kimya alanında Nobel’i kazanan ilk kadın Madam Curie’nin hayatı ve mücadelesi müthiş dersler içerir. Cinsiyetçilikle de mücadele etmek zorunda kalan bu bilim insanı araştırmaları sırasında maruz kaldığı radyasyondan dolayı acı çekerek vefat etmiştir.
Kolaycı, kestirmeci bir toplumuz. Kimi sevip kime değer vereceğimizi seçme bilincimiz zayıf ne yazık ki. Profesörlere deli, çatlak muamelesinden tutun, okumayı sevenlere “kafayı yersin” uyarılarına, söz dağarcığı geniş olanlara “bırak bu entel dantel ayakları” aşağılamasına, kıraathanelerde iskambilden, okeyden bütün gün başını kaldırmayanların doktoru, avukatı, mühendisi yeteneksizlikle yaftalamalarına ülkenin her tarafında tanık olabilirsiniz.
Bir köylünün, bir balıkçının, Kızılderili yerlisinin hayata dair söyledikleri çok anlamlı gelebilir. Bunun neden onların gözleri önündeki dünyayı görmekten başka yetenekleri olmayışıdır. Entelektüel ise gözleri önündeki dünyayı çoğunlukla ıskalayan insandır. Balıkçı, köylü, yerli; bir entelektüelin zihinsel yolculuğuna hiçbir zaman çıkmamıştır ve çıkabilecek araçlardan da yoksundurlar.
Ağaçtan düştüğünüzü gören bir kedi konuşabilse ihtimal şöyle derdi: “Pençelerin yoksa neden ağaca tırmanıyorsun?” Bu hikmetli söz değildir. Hikmet, insanın düşmeden ağaca tırmanmasını sağlayacak bilgi ve uygulamaları geliştirebilmektir. Düşünmeyi, araştırmayı saygın hale getirebilmek için düşünmenin ve araştırmanın saygın olduğu bilincini topluma kazandırmalıyız. Bir Rönesans yaşamak zorundayız. Divit ve hokkayı kutsamalıyız.