Recep YILDIRIM


Doğallık

Recep YILDIRIM


Ben doğallığın doğasını kutsal buluyorum. Gönlünce serpilmiş ağaçları seviyorum. Dallarını özgürce uzatan, pervasız, bükler oluşturan tüm nebat bana özgürlüğün kokusunu ulaştırıyor. Onları mutlu gördükçe ben de mutlu oluyorum.

Kıyıların, dağların, bataklıkların, göllerin doğasının el değmemişliğini seviyorum. İnsanı doğanın üzerinde görmüyorum. İnsanın, doğanın bir parçası olduğunu düşünmesini çok değerli ve yaşamsal buluyorum.

Güzel kavramının, insanda oluşmasını sağlayan şeyin doğallık olduğunu düşünüyorum. Gözümüze hoş gelen manzaraların doğanın doğayla mücadelesi sonucu oluştuğunun bilinmesini istiyorum.

İnsanın doğayla mücadelesini elbette anlamlı ve zorunlu buluyorum. Kültür sözcüğünün temelinde bu mücadelenin olduğu çok açık. Buğdayı, mısırı, çoğu sebze ve meyveyi böylelikle yetiştirdik ve insanın tüketimine sunduk. Genetiği değiştirilmiş ürünler dışında bu sürece itiraz etmiyorum.

Sanayileşme, barınma ve ulaşım süreçleri doğayı tanınmaz hale getiriyor. Başkalaştırıyor. Çirkinleştiriyor. Üstelik bunu modernleşme iddiasıyla yapıyor. Modernleşme dedikleri cehennem, önce gözümüzü boyuyor, rahatlık ve konfor vadediyor ama ödeyeceğimiz bedeli ustalıkla gizliyor. Bizi doğadan koparıyor. Kalan doğayı da rezerv alan olarak müteahhitlere pay ediyor.

Divan edebiyatında doğa, bahçedir. İnsan tarafından yapılmış, düzenlenmiş yapay bir güzelliktir. Gülden, laleden, çimenden ibarettir. Yapaydır, kokmaz insanın burnunun direğini sızlatmaz. Oysa Karacaoğlan sevdiğine “yayla çiçeği kokuşlu” diye seslenir, ovayı, yaylayı tüm çıplaklığıyla anlatır.

Otuz yıl önce İskenderun’un doğasının içindeydik. Kumsaldan deniz yıldızları, yengeç kıskaçları toplardık. Yarıkkaya, gerçekten de mitolojik bir kılıçla yarılmış gibi vakur dururdu. Şimdi bir bakın kente dağına, denizine… Güzel mi? Değdi mi?