Sıfır ile sonsuz üzerine düşünmeyenden bilimsel ve felsefi bilinç beklemek mümkün mü? Zeki olmakla yaşamın dinamikleri, doğanın yasaları ve toplumun nitelikleri üzerine düşünüp bütünsel bir bilinç oluşturmak farklı şeyler olduğundan, bu soruya verilecek yanıt koskoca bir "hayır"dır. Bu soruya "evet" diyebilmek, zekanın derin bir gözlem, inceleme, deneyimleme, çözümleme ve bireşim yapmaya odaklanmasıyla başlar. Yetmez. Bu alanlardaki gelişkinliği güçlü bir anlatımla zenginleştirmek gerekir. O zaman bilimsel ve felsefi bilinç, sanat ve edebiyatla ete kemiğe bürünmüş olur. Ete kemiğe büründüğünde de, "Düşünmeden konuşmak, nişan almadan ateş etmeye benzer." aptallığına düşülmez.
1934 Antakya doğumlu Sabahattin Yalkın, bir berberin zeki çocuğu olarak ilkokuldan başlayarak üniversiteye kadar hem başarıda liste başı olmuş hem de bir su mühendisi olarak bilimsel çalışmalarıyla ve uygulamalarıyla ülkemize katkıda bulunmuştur. Yetinmemiş, ortaokuldayken mitolojik sembollerden de yararlandığı şiir işçiliğini, zaman ve emekle yoğurarak matematiksel bir kurgu zenginliğine kavuşmuştur.
"Balık gölüne göre büyür." denilerek hep nesnel koşulların belirleyiciliği vurgulanır. Oysa insanın özneliğinin olumlu-olumsuz boyutlarıyla "göl"ü etkilediği, özellikle doğaya bu kadar çok müdahale edilen bir dönemde mutlaka öne çıkarılması gerekiyor. Amik Gölü'nü kurutan kemirgen insanla Eskişehir'e plaj kazandıran ve Porsuk Çayı'nda gondol yüzdüren insan karşılaştırması yapmak... Antakya Lisesinden sınıf arkadaşı bir inşaat mühendisinin Süleyman Demirel'in başbakanlığı döneminde Roma Köprüsü'nü yıkmasına karşılık "suyun şiir mühendisi" olan Sabahattin Yalkın'ın Asi suyunu Kavaslı'dan kuzeybatıya çevirerek Altınçay'la (Avratlar Çayı) birleştirmeyi, böylece hem tarihi köprüyü kurtarmayı hem de Antakya'yı sandalların, teknelerin dolaştığı bir kanalla kuşatmayı düşünmesi de bir başka örnek...
Sabahattin Yalkın'ı 90 yaşında üretken, çürümeye karşı isyankar kılan dinamikleri anlamaya ve yeni kuşağa aktararak haksızlığa, hırsızlığa, bilim ve ahlak dışılığa karşı nasıl güçlendirmek gerektiğine kafa yormalıyız.
Kendisiyle her buluşmamızda bu konularla ilgili yaptığımız söyleşilerdeki bilgilere, 28 Ocak'ta dostum yazar Nafel Deniz Yılmaz'la birlikte İstanbul'daki evine giderek yaptığımız görüşmedeki paylaşımlarımızı eklediğimizde, şunları özetleyerek aktarmakta sakınca görmüyorum:
1.Fransız işgal yıllarında doğan Sabahattin Yalkın'ın çocukluğu zor koşullarda geçmiştir. Bu konuda belge olarak saklayamadığı 1940’lı yıllara ait ekmek karnesini elinden alıp yırtan “kütük müdürü”ne, bugün de çok sinirlenmiştir. Bu zorluklara karşı onu madden ve özellikle okuma konusunda destekleyen öğretmen-hakim dayısının büyük payı vardır. Teyzesi, ilkokula gitmeden ona okuma-yazma öğretmiştir. İstiklal İlkokulu birinci sınıf öğretmeni Topal Hakkı, ondaki cevheri hemen fark etmiştir. İlkokulu birincilikle bitiren Yalkın, ortaokul ve lisede de iftihar listesindedir. Üstelik bunu, dersi iyi dinlemekle yetinerek başarmıştır. “Ayrıca ders çalıştığımı hatırlamıyorum. Ben futbol oynamayı çok severdim. Arkadaşlarımla gezmeyi, Asi’de yüzmeyi de… Ancak, sokakta bir kağıt parçası görsem alır okurdum.” demektedir. Burada, bir çocuğun eğitiminde ve zekasının doğru kullanımında sıfırla sonsuz arasındaki ilişkiyi kurdurmanın ne denli önemli olduğuna çubuğu büküyorum. Zorluğun farkına varmasıyla sonsuzluğa doğru kendisi için en iyi olasılıkları görme-öğrenme merakıyla bunları değerlendirmek için kafa yorması, onu başarılı kılmıştır.
2.“Bana, aklıma yatmayan hiçbir konuda kimse boyun eğdiremez.” diyen Sabahattin Yalkın, askerlik döneminden iki olayı örneklemektedir. Birincisi, Mamak Muhabere Okulunda yedek subaylık eğitimindeyken, yaz sıcağında kendilerinin silah ve teçhizatla eğitime çıkmalarına karşın, diğer askerlerin taidat düzeninde üstlerinin çıplak olduklarını görür. Arkadaşlarına, “Yarın biz de üstümüz çıplak çıkıyoruz.” der. Ertesi gün, askerler arasındaki bu eşitsiz uygulamaya karşı yaptıkları eylem “isyan” olarak değerlendirilir ve konu paşaya kadar gider. Konunun paşanın geleceğini de etkileyeceği anlaşılınca hazırlanan dosya hemen kapatılır. İkinci örnek de, Suruç’ta asteğmenken yaşadığı bir olaydır. “Hayatımda en çok yılandan korkarım. Muhabere Okulundaki eğitimden sonra kurada bana Suruç çıkınca, ‘Bre nerede bu Suruç?’ diye sordum. ‘Orada çok yılan bulunur.’ dediler. Aldı mı beni bir korku…” ifadesiyle başlayan yolculuğunda yaşadığı maceralar bir yana, orada kendisine kantinin sorumluluğu verilir. Kısa sürede kantinin geliri 10 katına çıkar. Komutanlar şaşırır tabi. Peki, bu büyük fark nasıl sağlanmıştır? “Suruç’un en rütbeli komutanı yarbay bir gün bizim birliği denetlemeye geldi. Ondan da yediklerinin parasını aldım.” ifadesi, kamuculuğun temel ilkesinin ne olduğunu ortaya koyuyor değil mi? Kamudan rüşvet ve hırsızlığı kaldırdığınız zaman, ne kadar verimli çalışmaların yapıldığının tipik örneklerinden biridir bu olay.
“Peki, Sabahattin Yalkın’ın bu olayda doğruda durmasını sağlayan bilinç nasıl oluşmuş olabilir?” diye sorduğumuzda çocukluk döneminde öğrenilenlerin çok etkili olduğunu görüyoruz. Onun dedesi Sarıkamış felaketinde ayaklarını don nedeniyle yitirmiş Topal Zeki’dir. Antakya’ya gelir ve bir sabunhanede tartı işleri yaparak ailesinin geçimini sağlar. Fransızlar Antakya’yı işgal edince, işgalcilere karşı direniş mücadelesini yürüten “çeteler”in silahlarına fişek doldurur. Adı gibi zeki ve gözü pek olan dedesini Fransızlara ihbar ederler. Fransız komutan askerlerle evini aramaya gelir. Her tarafı didik didik arayıp da bir şey bulamayınca sinirlenen komutan, “Kalk! Karargaha gidiyoruz!” der. Oturduğu yerden üzerindeki örtüyü kaldırarak kalmaya çalıştığında onun iki ayağının da olmadığını gören komutan, bu kez kendisini oraya getirenlere bağırıp çağırır. Bu dedesine yetişemediği, onu göremediği için çok üzülen torun Sabahattin Yalkın, bulunduğu her işte ve makamda önce ülkesini ve halkın yararını düşünür.
3.Türkiye’nin tüm sularını görüp incelediği gibi Macaristan, Hollanda başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesindeki sular üzerine hem bilimsel eğitim alır hem de gittiği yerlerin kültürünü, insanını inceler. Olumlu, olumsuz yönleriyle sentezler gördüklerini ve bunlar onun şiirini de besler. Bir şiir kitabını aynı tema üzerinden dokuyan çok az şair vardır gezegenimizde. “Gam”, “Renk” şiirlerindeki başarısını, kadim kentimiz bakımından en etkileyici olarak “Asi Destanı”nda görmüştüm. Yedi renk, yedi nota ve yedi dizeden oluşan bölümcelerle örülmüş bir şiirin matematiğini “Asi aklanı”ndaki dengede bulan Sabahattin Yalkın’ın poetikasının da doğruda durarak derinleştiğini söyleyebilirim.
4.Temmuz 2023’te Akdoğan Yayınevi tarafından yayınlanan “Su Şiirleri Su(ç)suz Sular” kitabı, “Uzayın korkunç büyük aklanında” yol alan suların şiir mühendisi olan Sabahattin Yalkın’ın yayına hazırlanan kitabının adının “Güneşime Karışma” olduğunu hatırda tutarak şunu not düşebilirim: Su ve güneşin çocuğu, tüm aklanlara doğruda durmanın tohumunu ekiyor.
5.Martta 91’e merhaba diyecek şairimizle yeni aklanlarda buluşmak dileğiyle sağlık ve esenlik diliyorum.