Rastlantı ve zorunluluk, yaşamımızı biçimlendiren iki dinamik olarak doğa ve toplumun da yasalarının da oluşmasını belirler. Yoksul bir köylü çocuğu olarak 1960’lı yılların Türkiye aydınlanmasından etkilenen dayımın muhtar, babamın köy bekçisi olmaları, çocukluğumun önemli bir rastlantısıydı. Geçim zorluğuna, yoksulluğa karşı mücadele ederek geleceğimizi aydınlatmak için okumak da benim gibiler için zorunluluktu. Bu çabamın bir verimi olarak 11 yaşında Düziçi İlköğretmen Okulu’nu kazanmak, daha sonra da Enver Gökçe’nin mezun olduğu fakülteyi bitirip edebiyat öğretmeni olmak da rastlantıyla zorunluluğun bireşimiydi. Bu bireşimi benzer koşullarda, ortamlarda sağlayanların yarattığı güzel değerlerden biri de Öğretmen Okullu olmaktır. Daha öncesinde birçok örneğini yaşadığım üzere, yolu Düziçi İlköğretmen Okulu’ndan geçen büyük bir ressamla tanıştım.
1965-1967 arasında iki yıl Düziçi Köy Enstitüsü’nün devamı olan bu okulda resim öğretmenliği yapan Mehmet Güler’le tanışmamız, Ankara’daki Arda Sanat Galerisi’nde gerçekleşti. Nasıl mı? Kızımız Evin’i hafta sonu götürdüğüm Akıl ve Zeka Oyunları atölyesinin bulunduğu Çankaya Yıldızevler’inde çok sayıda kültür merkezi ve sanat galerisi bulunduğundan, bazı sanat galerini gezerim. Bu kez Arda Sanat Galerisi’nin kapısından girdiğimde ön taraftaki bir sehpanın etrafında dört kişi oturmuş sohbet ediyorlardı. Onlara selam verdikten sonra sergiyi gezmek istediğimi söyledim. “Tabi ki, buyrun!” dediler. Resimler; mavi, kırmızı, kahverengi, sarı renklerin ağır bastığı figürler yanında Ressam Mehmet Güler’in yazısından fışkıran dizeler, sözcüklerle bezenmişti. Mavi, kırmızı, kahverengi renklerin tuvalin ortasına doğru oluşturduğu figürlere dikkatle baktığımda kadın imgesi dikkatimi çekti. Ayrıca ince fırçayla siyah çizimlerin daha belirgin kadın figürleri olduğu görülüyordu. Bazı tablolarda Behçet Necatigil’in, Alman şair Rilke’nin dizeleri kıvrımlar oluşturmuştu. Öğretmen şair olarak edebiyat dünyamızda kendine özgü bir çizgi geliştiren Necatigil’in dizelerini okuduğum tabloya tekrar baktığımda, yazıyı oluşturan karakterin de Nâzım Hikmet’in “ve soframızdaki yeri/öküzümüzden sonra gelen” dediği emekçi kadınları betimlediğini fark ettim.
“Kadınlar” başlıklı şiir şöyleydi: “Kadınlar hep onlardan istendi/ Ağırdı, kaldırdılar/ Taşlıydı, bırakılsa elleri/ Düşer kalırdılar/ İtilmiş gündüzlerde/Çoğu, ancak gecelerde vardılar/ Çağrıldıkça geçici/ Fısıltılara kandılar” Bunun gibi Türkçe, Almanca başka şiirlerin de tuvale bezendiği resimleri izleyip algıladıklarım üzerine düşünürken, kulağıma dört kişinin konuşmalarından gelen sözcüklerin oluşturduğu görüş, düşünce ve duyguları da geliyordu. Biri, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde okuduğunu, Düziçi İlköğretmen Okulu’nda öğretmenlik yaptığını söylüyordu. Hemen kendileriyle tanışmak istedim. “Düziçililik” damarım kabarmıştı. Kişiliğimin oluşması, görgü ve bilgimin gelişmesi için damarlarıma bilim ve felsefe kanı basan Düziçi İlköğretmen Okulu kulağıma çalınınca, hemen tanışmak istedim. Yanlarına vardığımda, “Düziçi’nden söz ettiniz. Ben de Düziçi’nde 1971-1976 arasında okudum.” dedim. Beyaz ve dalgalı saçları, ışılayan gözleriyle çıta gibi ayakları üzerinde yükselen Mehmet Bey’le tokalaştık, esenleştik. Çok sıcak bir atmosfer oluştu aramızda.
1944’te Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Söğüt köyünde doğan Mehmet Güler’le bir ortak noktamız daha çıktı. Yetiştiğimiz köy ortamlarının benzerliği yanında kendisi Akçadağ İlköğretmen Okulu’ndan mezun olmuş. O okul da, bir Köy Enstitüsünün devamı… Köy Enstitülerindeki eğitim programı çok yönlü olduğu kadar öğrencilerin yaşadıkları toprakların değerini bilmelerini ve yaratıcı-üretici yetenekleriyle coğrafyalarının kaderini değiştirme iradesi geliştirmelerini sağlarken, Öğretmen Okullarında bu programın özü korunarak bazı değişiklikler yapılmıştır. O nedenle de ülkemizin egemenleri arasında yer alan toprak ağaları ve burjuvalar, köy çocuklarının uyanışından duydukları büyük rahatsızlık nedeniyle bu okulların kapatılması için her türden saldırıyı gerçekleştirmişlerdir. Oysa bu okullardan yetişen binlerce öğretmenin, bu ülkenin eğitiminde oynadıkları rolleri yanında birçok bilim insanı, ressam, müzisyen, sağlıkçı, şair-yazar da toplumun aydınlanmasına katkıda bulundukları biliniyor. İşte onlardan iki kişi olarak bir sanat galerisinde buluşmanın sevincini yaşadık.
Daha önce yazdığım bir coğrafya olarak Malatya’ya, 1976’da bugünkü Battalgazi ilçesine bağlı Alişar köyünde ebelik yapan Menekşe ablamı ziyaret etmek için gitmiştim. Buradan başlayıp daha sonraki dönemde edindiğim Malatyalı birçok insanla dostluk ilişkisiyle zenginleştirdiğimiz Hatay-Malatya ortaklaşmasına, büyük Ressam Mehmet Güler’in de katılmasına sevindiğimi belirtmek isterim. Kendisi Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nden mezun olunca görev yaptığı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda, sonradan eşi olan Meryem Hanım’la tanışmış. Sohbetimize Meryem Hanım da dahil olunca 1968 mezunu olduğunu öğrendim. Geçen yıllarda kaybettiğimiz ve Düziçi Mezunları grubunun kurucularından Yusuf Yıldırım’la dönem arkadaşları olduğunu dile getirdi. Öğretmenlerimizden Matematikçi İsmail Narlı’nın, Eğitim Şefi Mehmet Göl’ün yaşadıklarını söyledim. Çok sevindiler. Narlı Öğretmenimizin Mehmet Gömlek adlı öğrencisini asistanı gibi koruyup kolladığından söz ettiler. Köy Enstitüsü döneminde olduğu gibi bizim dönemimizde de kimi öğretmenlerimizin asistanı olan arkadaşlarımıza atölye, laboratuvar anahtarlarını verdiklerini bilirdik. Antakya’nın Döver köyünde yetişip Düziçi Köy Enstitüsü’nde okuyan Mehmet Burgaç’ın da Biyoloji Öğretmeninin asistanlığını yaptığını, okulda kurulan bitki ve hayvan örneklerinin sergilendiği ortamların sorumluluğunu üstlendiğini oğlu İlker Burgaç’tan dinlemiştim. Bu, o öğrencilerin daha çok başarılı olmasını teşvik eden bir uygulamaydı. Bu vesileyle bize emek veren öğretmenlerimizi de saygıyla andık.
Bu buluşmanın kaydını tarihe not düşmek için birlikte fotoğraf çekinmeyi önerdiğimde Mehmet ve Meryem Hocalarımız severek kabul ettiler. Arda Sanat Galerisi’nin sorumlusu olan Ender Başaran da değişik açılardan çektiği fotoğraflarla bu inceliği gösterince, kendisinin telefonu üzerinden paylaşımda bulundum. Daha önce resimlerini kataloglarda gördüğüm Mehmet Güler’in yaşam öyküsünü incelediğimde ufkum daha da zenginleşti. Kendisi 1977’ye kadar Gazi Eğitim Enstitüsü’nde hocalık yaptıktan sonra Almanya’ya giderek Kassel’e yerleşmiş ve Almanya başta olmak üzere birçok ülkede 200’ün üzerinde kişisel sergi açmış, çok sayıda başka sergilere katılmış. Bianel, triallerde yer aldığı gibi kendisine değişik ülke ve kurumlarca ödüller verilmiş. 47 yıldır yurtdışında yaşamasına, yapıtlar vermesine karşın ekseninde hep Anadolu yer almış. Resim, heykel ve taşbaskılarında Anadolu insanı, özellikle kadınlar, toprak ve üretim ortamları ağırlık kazanmış. Dünya çapında bir sanatçımız olan Mehmet Güler Hocamıza, eşi Meryem Hanım’a sağlıklı, güzel bir yaşam diliyorum.