Öncelikle bizleri sizlerle, “Enver Karagöz Edebiyat Dostları” etkinliğinde buluşturan Işılay Karagöz Hanım´a teşekkür etmek istiyorum. Türkiye´de demokratik öğretmen hareketine TÖB-DER yöneticiliğiyle de katkıda bulunmuş, 12 Eylül işkencecilerine direnmiş, faşizme boyun eğmemiş Enver Karagöz öğretmenimizi de saygıyla anıyorum. Sizlerin de ayaklarınıza, yüreklerinize ve beyinlerinize sağlık diliyorum. Ben Türkiye´den hoş geldim ve sizi de hoş bulduğum için mutlandığımı ve daha çok umutlandığımı belirtmek isterim. Şair arkadaşımız Ümmet Suna´yı ve müzisyen Nedim Arseven´i de selamlıyorum.
İnsan beyninin broca bölgesinin gelişimiyle birlikte FoxP2 geninin düşünme ile dil arasındaki uyumu sağlaması, canlılar arasında insanı en gelişkin varlık yapmıştır. Son 50 bin yılda önce düşünen insan (homo sapiens), sonra düşünceden düşünce üreten, dolayısıyla yaratıcı ve üretici insan (homo sapiens sapiens) aşamasına gelen türün günümüz örnekleri olarak buradayız. Hani bir söz var, “Kurbağa bağırmasa çatlar.” diye. Ressamlar çizmese, heykeltıraşlar taşın fazlalığını yontmasa, müzisyenler notaya ve sese dökmese, tiyatrocular sahnelemese, biz şair-yazarlar da yazmasak çatlardık herhalde. Bizi çatlamaktan kurtaranların başında da siz okurlar, kitapseverler yer alıyor. Böyle edebiyat-sanat dolu bir akşamı bizimle paylaşmak üzere buraya geldiğiniz için hepinize teşekkür ediyoruz. Hoş geldiniz, onur verdiniz. Ayağınıza, yüreğinize ve beyninize sağlık diliyoruz.
Öncelikle, “Niçin yazıyorum?” sorusunu yanıtlamak istiyorum. Annemiz ana sütü gibi temiz dilimizi bize öğretmek için nasıl konuşuyor ve didiniyorsa, şair-yazarlar da o dili sanatsal ifadelerle şiir, öykü, roman olarak okura sunuyor. Ben de her şeyden önce algıladığım dünyayı, yaşadığım veya tanık olduğum olayları, içimde biriken duygu ve durumları estetik biçimde başka insanlarla, toplumla paylaşmak için yazıyorum. Nasıl ki bir tarım emekçisinin aracı oraksa, bir yapı ustasının çekiçse, bir yazılımcının bilgisayarsa, biz şair-yazarların aracı da dildir. Dille yeni bir insan, yeni bir toplum, yeni bir dünya kurgularız. Onun için çocukluğumuzda masalları, giderek efsaneleri çok severiz. Büyüdükçe öykülerle başka olayların, farklı insanların dünyasına yolculuk yaparız. Onun için Dostoyevski´nin Raskolnikof´u, Yaşar Kemal´in İnce Memed´i, Sabahattin Ali´nin Kuyucaklı Yusuf´u, Orhan Kemal´in Bekçi Murtaza´sı aklımızdan çıkmaz. Alman edebiyatının büyük yazarı Goethe´nin şeytan Mefistofeles´e yenilmeyen karakteri Faust, Victor Hugo´nun Sefiller romanının kahramanı Jean Valjean eylemli insanın örnekleri olarak okuru etkiler. Karacaoğlan´dan “Turna gelir yüce dağı yol eder/ Ördek gelir çayır çimen göl eder/ Üç güzel oturmuş bana el eder/ Biri şemsi, biri kamer, ille elif”, Aşık Veysel´den “Benim sadık yarim kara topraktır”, Nâzım Hikmet´ten “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine/ Bu hasret bizim” dizeleri dilimizden düşmez. Alman şair Heinrich Heine´nin Loraley şiiri gibi…
“Yazarlığımı besleyen neler ve hangi türlerde neler yazıyorum?” sorusuna gelince… “Balık gölüne göre büyür.” der halkımız. Benim içine doğduğum göl, Hatay´ın Yayladağı ilçesine bağlı Kışlak köyü. Türkiye´nin en güney ucunda, Suriye sınırındaki bir vadinin içine kurulmuş Kışlak, geçimini hayvancılık, tarım, zeytin ve tütünden sağlayan yoksul ve emekçi insanların yaşadığı bir yer. O zor koşullarda çocuklarını okutmak için çabalayan insanların çocuğu olmak, beslendiğim ilk kaynaktır. İlk öykü kitabım Salkım Saçak Keldağ´ın ilk öyküsü, 11-12 yaşlarındaki çocukları 17 km uzaklıktaki ilçedeki sınava yürüyerek götürmek zorunda kalan bir babanın ve çocukların dünyasını işler.
İkinci beslendiğim kaynak, Düziçi İlköğretmen Okulu´dur. 1940´ta Köy Enstitüsü olarak kurulmuş olan bu okulun kütüphanesinden beş yılda onlarca Dünya klasiğini, bir o kadar da Türk şair-yazarları okuyarak büyüdüm. İlk şiirim bu okulun Bilge dergisinde yayımlandı. Fıstık sökmeyi, ağaç budamayı, film-tiyatro izlemeyi burada öğrendim. 1972´de Aşık Veysel´i dinledim, illizyonist İsmail Dümbüllü´yü izledim. Makale, fıkra ve eleştiri gibi düşünce yazıları ufkumu genişletti; dünyayı politik olarak çözümleme bilincimi geliştirdi. Bu beslenmenin etkisiyle olsa gerek, bugün de etkisinden kurtulamadığım ve öykü dilime de yansıyan bilgilendirme tekniği üslubumu belirleyenlerden olmuştur. Trabzon´da öğretmenlik yaptığım 1987-1993 yıllarında kültür, sanat, edebiyat, eğitim ve siyasetle ilgili düşünce yazılarım, Kuzey Haber, Karadeniz gazeteleriyle Kıyı ve Katılım Emek Sanat Dergilerinde yayımlandı. Daha sonraki yıllarda İnsancıl, Damar, Amik, Lül, Nikbinlik, Bağlaç vd. dergilerde yayımlanan şair-yazar tanıtımları, şiir-öykü-roman incelemelerim Edebiyat Aklanı kitabımda yer aldı. Araştırma-incelemelerimin yayımlandığı diğer kitaplarımda şunlar: Hatay Bibliyografyası (1999), Hatay Halk Şairleri (2000), Doğu Karadeniz Lehçeleri Karşılaştırmalı Sözlüğü (2001), Amik´ten Amanos´a Alkım (2001), Hataylı İki Aşık: Kâmil Sarıateş ve Osman Telli (2009), Her Yönüyle Kışlak (2013). Günlük türünde iki kitabım var: Suriye Günlüğü (2007) ve Hastane Penceresinden (2018). Antoloji olarak hazırladığım Edebiyatta Hatay kitabımda 59 şair-yazarın Hatay´la ilgili şiir, öykü, roman ve gezi yazılarına yer verdim. Avrupa´nın Yüzleri (2020) adlı gezi-inceleme yapıtımız ise eşim Sevda Kabadayı´yla kaleme aldığımız ortak kitaptır.
Üçüncü beslendiğim kaynak ise deneyimlerim, gözlemlerim, yaşantılarım ve anılarımdır. Bunlar da öykü kitaplarımın tema ve konularını oluşturdu. Yazmayı hep erteleyegeldiğim roman taslaklarımın da kaynağı bunlardır. Öykü, anı-öykü kitaplarım da şunlardır: Salkım Saçak Keldağ (2013), Közlü Yürekler (2016), Dirilten Duyunçlar (2017), Çölüngelini (2017), Çuhadaroğlu Kaplan Ali (2018). Bu kitaplarda 100´ü aşkın öykü yayımlandı. Bu öykülerin % 90´ı yaşananlardan kurgulanmıştır. Tümüyle kurgu olan öyküler de gerçeklikle temas halindedir. Kitaplarımda yer alan öykülerin yarısı, emek edebiyatıyla ilgilidir. Kırsal ve kentsel alanlardaki emekçilerin durumlarını, çocuk emeğinin sömürülmesini işleyen öykülerdir. 12 Eylül dönemindeki toplumsal ve siyasal durumu yansıtan, öğretmen tipinin yaşantısını betimleyen, gezginin başından geçeni anlatan öyküler de var. Savaşın yıkımını ve tarihi bir kentin yağmalanmasını konu edinen “Çölün Gelini” başlıklı öykünün ileride çok daha iyi okunacağını umuyorum. Öykülerin geçtiği mekanlara bakıldığında Türkiye´nin kentleri, köyleri yanında Suriye, Almanya, Fransa toprakları da yer almaktadır. Hani Giritli şair-yazar Kazancakis´in “Şehirler peşimizden gelir.” diye bir sözü var. “Çocukluk peşimizden gelir.” de buna benzer bir anlam taşır. Dolayısıyla çocukluktan itibaren sepetinde çok pamuk biriktirenler, bunları eğirmek ve başka insanların beğenisine sunmak ihtiyacını duyarlar. Ben de bu ihtiyacı duyanlardan biri olarak çocukluğuma, yaşadığım köy ve kentlere, belleğimde ve yüreğimde sıkça yolculuklar yapıyorum. Salkım Saçak Keldağ´daki …., Közlü Yürekler kitabımdaki “Gerbo´nun Bayramlaşması” (s.113-118), “Eskisi Büyük” (s.7-10), “Urçinsnenan” (s.105-108) öyküleri buna örnektir. “Ayının yavrusu” anlamına gelen “Urçinsnenan” öyküsü Musadağ´daki Vakıflı köyünden bir Ermeni kadının öyküsüdür. Dirilten Duyunçlar kitabımdaki Yayladağı´nın Domlarından “Haddüç Kadın”ı (s.98-100) anlatan öyküde, farklı kültürlerden de gelseler kadınların dayanışma dilinin birleştiriciliği işlenir. Çuhadaroğlu Kaplan Ali kitabımda yer alan “Çal Zennübe” (s.96-100) öyküsünde Palmira Uygarlığının kraliçesi Zenobya´yla ile bir köy güzelinin düğünde halay başı olması arasında bağ kurulmuştur. Çölün Gelini kitabımda “Tohma Altında Kalanlar” (s.51-55) öyküsünde, Malatya´nın kırk yıl öncesine insan-doğa manzarasıyla yolculuk yapılır. Bir efsanenin ne olduğunu, bir öğretmenin öğrencileriyle deneyimleyerek göstermesini ve bu sırada kaybolan öğrencilerinden birinin merakıyla yaşanan gerilimi anlatan “Gavurun İskelesi” (s.95-103) öyküsünde, Karadeniz coğrafyasında insanın-doğayla çatışması anlatılır.
Biliyorsunuz, edebiyatta “dönem romanı” diye bir kavram vardır. Kurtuluş Savaşı romanları buna örnektir. Kitaplarımda “öykünün dönemi” açısından bakıldığında 12 Eylül dönemiyle ilgili birkaç öykü görülecektir. Salkım Saçak Keldağ´da yer alan …… , Dirilten Duyunçlar´daki “Ders Notları Mı?” (s. 17-20) ile “Öncülüğü Kazanmak” (s.105-110); Çölüngelini kitabımdaki “Kan Ağlayan İstasyon” (s.32-35) öyküler buna örnektir. Bu öykülerde 12 Eylül faşizminin işkence ve katliamlarına, devrimci-sosyalist gençlerin mücadelelerine dair siyasal ve toplumsal bir atmosfer verilmiştir.
Savaş ve katliamların, işgallere karşı direnişlerin içinden doğan öykülerimden de söz etmek isterim. Salkım Saçak Keldağ´daki “Hamza Deresi Ne Yana Düşer?”, Közlü Yürekler´deki “İbn Garip´in Gözleri” (s.11-18), “Güzel Ev (N)için” (s.35—42), “Saklıdam” (s.59-70), “Vicdanların Patlaması” (s.83-90); Dirilten Duyunçlar´daki “Vicdan Bülbülleri Nerede Öter?” (s.80-83); Çölüngelini´ndeki aynı taşıyan öykü (s.1-7), “Pozanti Pozanti” başlıklı öykülerde Fransız işgaline karşı direnişten Kore´ye giden askerlere, Suriye´nin işgal edilmesine karşı direnenlerden Ankara Garı´ndaki katliama kadar uzanan konular işlenmiştir. “Çölüngelini” öyküsünde 52 yıllık bilimsel emeğini adadığı Palmira Müzesi´ni kellesi bedeninden ayrılana kadar savunan Halit Esat öykülenmiştir. “Güzel Ev (N)için?”de bir kadına yapılabilecek en büyük işkencelerden birinin gözünün önünde bir koyunun memesinin kesilmesidir.
Öykülerin mekanları arasında Avrupa da yer almaktadır. Közlü Yürekler´deki “Louvre´de Kaybolan Yürek” (s.127-134), “Kırmızı Değirmen” (s. 135-140) öykülerimde Paris; Dirilten Duyunçlar´daki “Yangın Yerindeki İsyan” (s.74-75) ve Çölüngelini´ndeki “Sahi Nerdeyim?” (s. 17-24) öykülerimdeyse Kreifeld ve Koblenz mekan olarak öne çıkmıştır. Bu öykülerde Avrupa´nın müzesi, eğlence merkezi, Ren Nehri ve hastanesi kahramanların iç ve dış çatışmalarına sahne olmuştur. “Yangın Yerindeki İsyan” aslında bir manifesto öyküsüdür. Kreifeld´de engelli bir şaire yapılan yanlış müdahalenin yanarak ölüme yol açmasına ölünün dilinden isyan betimlenmiştir. “Sahi Nerdeyim?”in kahramanı ise aramızda yer almaktadır. Almanya´ya gelişinin 32. yılında ilk kez gördüklerinin ve yaşadıklarının şaşırtıcılığını “otuz ikisi tekmili birden” anlatan bir öyküdür.
Mekan olarak Suriye, Yemen, Arjantin, ABD, Küba da öykülerimde yer alır. Suriye´deki savaşı işleyen üç öykü yanında Arap yarımadasındaki petrodolar zenginlerinin kurdukları modern köleliği anlatan Çuhadaroğlu Kaplan Ali´deki “Kefil Düzeni” (s.32-48); öykümün mekanı Antakya-Sana-Şam´dır. Aynı kitaptaki “Emmi Corç” (s.64-73) öykümün mekanları ise İskenderun-Antakya ve Arjantin´dir; “Gemideki İsyan”ın mekanları ise İstanbul-İskenderun-ABD ve Küba´dır.
Öykülerimde kullandığım farklı başlık oluşturma ve anlatım tekniklerine de değinmek isterim. Salkım Saçak Keldağ´da yer alan dört öykünün başlığı bir araya getirildiğinde tek başlığa dönüşebilmektedir. Bu öykülerin her biri bağımsız öykü olarak okunduğu gibi tek uzun öykü olarak da değerlendirilebilir. Dirilten Duyunçlar´da yer alan “Ölümden Dönen” (s.53-58), “Ölümden Döndüren” (s.59-63) ve “Ölümden Dönülen” (s.64) öyküleri, aynı olayın üç kahramanın kendi dillerinden ayrı ayrı anlatılmasıyla oluşturulmuştur. Çölüngelini kitabımda yer alan “Musa/Hayat Kısa 1-2-3-4” öyküleriyle “Musa/Sevim´inle Yaşa” öyküsü de bir “nehir öykü”nün kesitlerinden meydana gelmektedir. Öykülerimin kurgu ve biçemi üzerine benim değerlendirme yapmam doğru olmaz. Bu, eleştirmenlerin işidir.
Burada, öykülerimden ikisini okumak isterim. İlki “Çölüngelini”, ikincisi de “Yangın Yerinde İsyan” olsun. Üçüncü öyküyü de Mehmet Kabadayı candostumdan dinleyelim mi?