Recep YILDIRIM


Eğitim/Kâbus

Recep YILDIRIM


İlkokul 1.sınıfa 1970’lerin başında başladım. Büyüklerimiz eğitim sisteminin bozuk olduğunu söylerdi. Bir türlü düzelmedi, yazboz tahtasına döndü. Nitelikli ortaokullara yine sınavla giriliyordu, sınava girecekleri sınıf öğretmeni seçiyordu. Herkes boş yere umutlanmıyor, kimse de umut tacirliği yapmıyordu. Öğretmen bir çocuğu kayırsa onun alacağı sonuçtan yüzü kızarabilirdi, bu riski almıyor, başarılı olacağına inandığı çocuğu bu sınavlara yolluyordu.

Ortaokuldan sonra fen liseleri, askeri liseler ve meslek liseleri için sınav yapılıyordu. Burada da yetenek, beceri ve ihtiyaçlar belirleyici oluyordu. Bunun dışında her çocuk en yakındaki liseye kaydoluyor, sıkı bir eğitimden geçiyordu. Örneğin 9.sınıfta iyi bir not ortalamam vardı ve öğretmenlerim üniversiteye gitmem konusunda beni teşvik ediyorlardı. O zaman üniversiteye hazırlanmak diye bir süreç yoktu, dersleri hakkıyla öğrenen sınavı da layıkıyla aşabilirdi. Lise sonda dört test sorusu çözdüğümü hatırlıyorum. Mahallede bir ağabeyimiz İstanbul’dan test kitabı getirtmişti, koca mahalle sırayla o kitaptan test çözdük, başka da bir kaynağımız yoktu. Kaynağımız ders kitaplarımızdı. Sınava girdim, sorular yormadı. İstediğim bölümü iyi de bir puanla kazandım.

Anadolu lisesi, fen lisesi, yabancı dille eğitim veren liseler, özel liseler, meslek liseleri…Aynı sınava giriyorlar. Eşit olmayan koşullar süreçler yaşamışlar ve biz onları aynı sınava sokuyoruz. Başarılı olmalarını bekliyoruz çünkü sınava hazırlanmaları için şu ya da bu ölçüde yatırım yapmışız. İnsan ruhunda ne travmalar yaratıyoruz! Çocuğa ömür boyu taşıyacağı eziklik, çelimsizlik duygusu yüklüyoruz.

Öğretmen anayasanın ete kemiğe bürünmüş hali olmak zorunda. Adalet duygusunu her şeyden önde tutmak ve bu duyguyu öğrencisine kazandırmak zorunda. Eşit yurttaşlık bilinci ancak bu şekilde gelişebilir.