Siyaset kavram olarak elbette partilerle sınırlı değildir. Ama toplumunda kime siyaseti sorsanız hemen partiler akla gelir. Hâlbuki bir bireyin kendi siyaseti olabileceği gibi kurumların, şirketlerin, devletlerin de siyaseti oluyor. Devletlerin dış politika ve iç politika dedikleri ikili siyasetleri var. Ama devletlerin bu politikalarına yön veren iktidardaki parti oluyor. Ama bu görünüş olarak böyledir. Ama bugün küreselleşmiş dünya kapitalist- emperyalist pazarın dışında bağımsız bir devlet neredeyse kalmadı. Kalan birkaç devlet de emperyalizmin ekonomik ambargoları ya da bombalarıyla karşılaşmaktadır. Son İran örneğinde olduğu gibi… O zaman herhangi bir devletin bağımsız dış politikasından söz edilemez. Hatta iç politikası da devletlerin daha doğrusu tekellerin çıkarına aykırı olarak düzenlenemez. Bu gün politika da Einstein ’in görelilik teorisi gibi işler. Bir devlet hangi emperyalistten finansal, teknik, askeri vb. destek alıyorsa siyasetini de ona göre belirler kurgular. Örneğin zeytinlikler kesilip maden sahası açılıyorsa bu hükümetin tek başına karar verdiği bir durum değildir, hele bunda sürekli ısrar ediyorsa… Maden sahaları uluslararası tekellerin kullanımına açılmışsa bu hükümetlerin kendi başlarına vereceği bir karar değildir.
Hatta işçi ücretlerine ülke genelinde bir politika, örneğin yüzde 30 dan fazla zam verilmeyeceği gibi, belirlenmişse bunda bile emperyalist tekellerin parmağını düşünmek gerek.
Burada parlamenter sistemden yasama, yürütme ve yargı erkinin bir kişinin eline geçmesi de tek başına bir hükümetin hatta parlamentonun kararı olmadığı düşünülebilir. Eğer yasama, yürütme ve yargı düzgün bir sistem içerisinde çalışsaydı bir zeytinlik sahasının madene açılması oldukça zor olacaktı. ÇED raporu çıkacak, olmadı yargıya gidecek, olmadı parlamentodan yasa çıkarılacak, daha olmadı Anayasa Mahkemesine gidilecek. Bu kadar bürokratik işlemler tekellerin işini aksatır, çıkarlarına zarar verir. O bakımdan Orta Doğudaki krallıklarda olduğu gibi hesap sorulmayan bir kişinin imzasıyla bu dolambaçlı işler hemen halledilmesi gerekir.
Bizde siyaset bir meslek haline getirilse de meslek değildir. Siyasal Bilgiler Fakültesi vardır ama siyaseti sadece bu okulu bitirenler yapmaz. Hatta diploması olmayanlar da yapar ve hatta ülke yönetiminde etkili olabilir.
O zaman şu soruyu soralım: Neden işçi ve kamu çalışanları kendi sendikalarında, meslekler kendi meslek odalarında siyaset yapamazlar? Hangi sınıfı temsil ettiği belirsiz olan parlamenterlerin yer aldığı parlamento yerine her meslek grubunun temsil edildiği bir parlamento, daha çağdaş, daha halkın çıkarlarına uygun daha demokratik bir parlamento olacaktır. Bunu elbette iktidardaki sınıflar yapacak değildir. Bunu işçi ve emekçi sınıfların isteği ve mücadelesiyle olacaktır.