Nurullah ER


EMEKLİYİ KONUŞMAK

Nurullah ER


Cumhuriyet tarihinde emeklilerin sorunu bu zamana kadar böyle tartışılmamış, böyle gündem oluşturmamıştı. Kendileri de bu zamana kadar hak ve menfaatları konusunda böylesi siyasi bir duruş sergilememişlerdi.

Yapılan iki seçimde de öncelik emeklilerin sorunları ve yaşam şekliydi.

Mevcut siyasi iktidar; tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanı misali, oylarını çantada keklik görüyordu. Muhalefet ise ne yaparsam yapayım bize oy vermezler önyargısı taşıyordu.

Emekliler ikisininde düşüncelerini boşa çıkardı.

İktidara dersini verdi, muhalafete kredi açtı.

Bir kısmıda sandığa gitmedi.

Seçimler bitse de emeklinin sorunu bitmedi.

Verilen cep harçlığına benzer maaş artışı, hayat pahalılığı karşısında iki günde buharlaşıyor. Muhalefet emeklinin sorununa sahiplenme adına, mitingler yapıyor, toplantılar düzenliyor, emeklinin yaşam şeklinin iyileştirilmesi için iktidarı sürekli uyarıyor.

Temmuz ayında yapılan maaş artışları emekliyi tatmin etmedi. Muhalefetin baskısı, emeklilerin sorunlarına sahiplenmesi adına iktidar, toplantı üstüne toplantı, açıklama üstüne açıklama yaptı, vereceği üç kuruş zam için bir sürü bahaneler üretti.

Sonuç mu?

10 bin lira en düşük emekli maaşı, 12. 500 oldu.

Bozdur bozdur harca…

On bin liradan fazla maaş alan emeklinin maaşı sanki yetiyormuş gibi gündeme bile alınmadı. Onlar da açlık sınırda yaşıyor, yoksulluk içindeler.

Bu hayat pahalılığı, enflasyon karşısında emeklinin maaşı elli bin lira olsa ne yazar. 

Kaşıkla verilen kepçeyle alınıyor.

İnsanın vazgeçemediği tek şey emeğidir.

Kutsal bilinse de sözde kalıyor.

Emekliler kendi sorununa ciddi şekilde sahiplenmiyor.

Ama hayat bir şekilde devam ediyor.

Bu dünyada kimse de tek başına yaşamıyor.

Yaşayan insan çalışacaktır, çalışıp üretecektir, ürettiğinin karşılığında almasını bilecektir. Sonra da rahat etme, huzur bulma, mutlu olma olarak bilinen emekliliğine kavuşacaktır.

Ne var ki bu yolda emekliler, “biz” olamadıklarından, birlik bütünlük sağlayamadıklarından, örgütlü mücadele veremediklerinden, yangın çıkan hastahaneden kurtulmak için yangın merdiveni arar gibi telaşlılar.

İnsan elindeki değeri ancak kaybettiği zaman anlıyor.

Çalışanlar haklarını kaybedeli elli yıla yaklaşıyor. Emekliler, geçmişte torbasına doldurduklarıyla dolaşıyor. Mevcut çalışanlar emekliliği hayal bile edemiyor.

Değirmen sele gitmiş şakşağı aranıyor.

Emeklilik, çalışarak elde edilen bir haktır.

Çalışma yaşamı ile ilgili yasal düzenlemer ne kadar iyi olursa, emeklilik yaşamı da o kadar iyi olur.

İşsizliğin zirve yaptığı, çalışanın büyük kesiminin sendikasız, toplu sözleşmesiz asgari ücrete çalışıldığı, emekli olduktan sonra örgütsüz, kimsesiz kaderiyle baş başa kalındığı, milyonlarca emekliye verilecek üç beş kuruşluk zam, ancak seçimden seçime akıllarına geliyor. Yıl emekli yılı ilan edilerek onura edildiği sanılıyor. Emeklinin maaşını ama az, ama çok artırınca emeklinin sorunun çözdük sanılıyor. 

Emekli, her şeyden önce insandır. Ailesi, eşi dostu, sosyal çevresi, kültürel birikimi vardır. Uzun süre çalıştığı işyerinden alınteriyle, rahat etme, huzur bulma olarak hayal ettiği emekiliğe kavuşmuştur.

Umut ettiği emekliliğin daha ilkbaharında başına karlar yağmış.

İnsanlar biraz doğduğu topraklara benzermiş.

Evrensel değerler dense de insan haklarında bahsedilse de, emek yüce değerdir sözü sloganlaştırılsa da hepsi sözde kalıyor.

Çalışma yaşamıyla ilgili yasal düzenlemeler, 12 Eylül sonrası “bu zamana kadar işçiler güldü, bundan sonra da biz güleceğiz diyen işverenlerin ve onlara siyasi destek verenlerin yasasıdır.

Bu yasa, özelleştirmelerle; işvereni köşe, siyasetçiyi paşa, sendikacıyı maşa, işçiyi de telaşa edenlerin yasasıdır.

Emeklilinin maaş artışı konuşulduğu kadar da, emeklinin neden bu duruma geldiğinin sorgulaması yapılmalıdır.

İnsan kokusunda ahlak ve vicdan olmalıdır.

Bu zamana kadar emekliyi, güzelsin güzelsin diye maldan, yiğitsin yiğitsin diye candan ettiler.

Geçmişe dair kadir kıymet unutuldu. Yıllardır ürettiği, yarattı değerlerin hepsi göz ardı edildi.

Almaya’nın Türkiye’den işçi talep ettiği yıllarda, Türk işçilerini gören Alman yetkili, “Biz Türkiye’den işçi istemiştik, onlar insan göndermişler” der.

Çalışmak emeğin köleleşmesi değil, insanlaşması olmalıdır.