Nurullah ER


Göç, Dil Ve Barış Kültürü

Nurullah ER


21 Şubat “Anadili Günü” birçok ülkede ve farklı platformlarda kutlandı. 1999’da UNESCO tarafından kabul edilip 2000 yılından itibaren giderek yaygınlaşan biçimde gezegenimizde kutlanan “Anadil Günü” üzerinden, göç olgusuyla dil ve barış diyalektik bağını özetleyerek de olsa işlemek istiyorum. Homo Erectus’tan Homo Sapiens’e kadar insan türünün hem biyolojik hem de kültürel evriminde göçlerin önemli yer tuttuğu bilinmektedir. Göç olgusunun diğer canlı türlerindeki rolü üzerine de bilimsel çalışmalar devam etmektedir ama üzerinde durmak istediğimiz dil-kültür evrimini diyalektiğiyle ilgili göç olgusudur. Bunu da güncel soruna hem toplumsal hem de politik açıdan öne çıkarmak istediğim yönleriyle örneklemekte yarar görüyorum.

Bilimsel yöntem gereği, verdiğimiz örnek ve yaptığımız değerlendirmelerde “bugünkü verilere göre” kaydını düşerek, Avustralyapitecus, Homo Habilis türlerinin Afrika kıtasında göç yaptıkları belirtilmektedir. Bu kıtanın dışına çıkan ilk insan türüyse Homo Erectus olup, iki ayakları üzerinde tam durmayı becermesi ve ateşi bulup protein kaynağı eti pişirip yemesiyle öncekilerden ayrılmıştır. Bu ayrılış, onun beyninin hem hacim hem de ağırlık bakımından büyümesini sağlamış, böylece yeteneklerinin gelişmesine vesile olmuştur. Avustralyapitecus fosilinde küçük boyutuyla görülen dil kemiği hyoid, Erectus’ta gelişkindir. Tam da bu noktada, beynin evrimiyle dilin evriminin yeni bir aşamaya sıçradığı, bilim dünyasında kabul görmektedir. Özellikle bir milyonu aşkın yılda yiyeceklerin pişirilerek yenmesi, çene ve diş yapısının küçülmesini, böylece ağız içinde dilin damaksıl sesleri çıkarmasını sağlamıştır. Diğer hayvan türlerinin “ünlü” ya da “sesli” olarak bilinen sesleri çıkarabildikleri hatırlandığında, insan türünü hayvanlardan ayıran en önemli niteliğin, beyinde dilin gelişimini sağlayan F5 alanının oluşmasıdır. Bu nitel değişimin insan türünün opozisyon (başparmağı diğer parmaklarla birleştirerek kullanma) yeteneğini geliştirmesiyle birleşmesi, dil-kültür evriminin hızlanmasını sağlamıştır.

Bu özet bilgilendirmeden konumuza odaklandığımızda, yine özetle üzerinde durulması gereken veri ve bilgilere dikkat çekmek durumundayım. Disiplinlerarası çalışan bilim insanlarının (kazıbilim-insanbilim-genbilim-dilbilim) ortaya koyduğu bilgilerden biri şudur: Yaklaşık 300 bin yıllık Homo Sapiens türünün evriminde son 55 bin yıl çok önemlidir. Çünkü, gerek Hırvatistan’daki bir mağarada bulunan Homo Sapiens’le Neandertal’in birleşmesinden doğan insan fosiliyle Sibirya’daki bir mağarada bulunan Nenadertal’le Desinova’nın birleşmesinden doğan insanın fosili 45-50 bin yıl öncesine tarihlenmiştir. Her iki fosilin de kadın olması, ayrıca önem taşımaktadır. Bugün Dünya’daki insanların bu melezlenmelerin çocukları olduğu dikkate alındığında “göç”ün ne kadar belirleyici olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Büyük antropolojinin de teyit ettiği üzere, insan türünün göç başlangıcı Afrika’dır, özellikle Doğu Afrika… Bu göçün uğrak ve durakları incelendiğinde Mezopotamya ve Anadolu’nun en eski “göç kavşağı” olduğu söylenebilir. Neolitik dönemin tarım devriminin ve ortaya çıkan ilk uygarlıkların da bu coğrafyaya ait olduğu kabul görmektedir. Dünya’nın beş önemli dil ailesinden ikisi bu coğrafyada gelişmiştir. Büyük nehirlerin oluşturduğu verimli topraklar, dil ailelerini de besleyen kültürel zenginliğin zeminidir aynı zamanda. Dünya’daki 142 dil ailesi incelendiğinde bu açık biçimde görülecektir. Dünya’da dil çeşitliliği en çok olan Afrika ve Okyanusya’dır. Bunun temel nedeni de toplulukların birbirinden izole yaşayabilecek alanlara bölünmüş olmasıdır. Okyanusya’da adaların çokluğu, Afrika’da da ormanların sıklığı bu oluşumda temel etmendir.  

Bu veriler üzerinden şimdi dikkat çekmek istediğimiz nokta şudur: Göçlere kavşaklık yapan yerlerde ortak diller oluşmuştur. Örneğin denizci kavim olan Fenikelilerle birlikte Akdeniz’de Langue Franca oluşmuştur. Aynı durumu, Fergana Vadisi’nin verimli topraklarında ve çevresinde yaşayan kavimlerin Langue Francası olarak Sogodcanın gelişmesinde görürüz. Aynı olguyla Avustronezya dillerinde de görmekteyiz. Okyanusya’yı oluşturan adaların yerli dillerinde ses benzerliği, özellikle geniz ve artdamaksıl sesler bunun önemli göstergelerindendir. Buraya Asya kıtasından göçlerin ve adalar arası hareketliliğin kavşağındaki bir ada Langua Francanın oluşmasında rol oynamıştır. Hem diller hem de o dillerin taşıdıkları kültürler bakımından başka kavşaklardan da söz etmek mümkündür. Bunlardan biri de İspanya’daki Atapuerca’dır. Geçiş noktasındaki bu coğrafyada yapılan araştırmalar üzerinden “Neandertallerin işitsel kapasitelerindeki bu değişimler, Atapuerca’da bulunan atalarıyla karşılaştırıldığında, taş alet teknolojisindeki değişiklikler, ateşin kullanılması ve muhtemel simgesel uygulamalar da dahil olmak üzere, giderek daha karmaşık davranış kalıpları sergileyen arkeolojik kanıtlarla da paralellik gösteriyor.” denmektedir.