Geçmiş yıllarda da var olan, günümüzde de artış gösteren bayağı davranış biçimlerinden biridir. Başı sıkışanın “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyerek karşıdakine gözdağı vermek istemesi. Görgüsüzlüğün bu kadarına gülsek mi ağlasak mı bilemiyoruz bazen ama en çok da tiksinti yaratıyor insanda. Bu tür haberlere tanık olduğum zaman, Diyojen’in İskender’e verdiği cevap gelir aklıma. İskender’in geldiğini gören halk saygı gösterisinde bulunurken, yattığı yerden kımıldamayan Diyojen’i askerler kaldırmak ister. Diyojen kalkmak istemeyince İskender’in; “Benim kim olduğumu biliyor musun? sorusuna Diyojen: biliyorum “Bendemin bendesisin” der. (Esirimin esirisin) İskender: (şaşkınlıkla atından iner) bu ne demek diye sorar.
Diyojen: sen toprak için insan öldürüyorsun. Dünya benim esirim, kölem. Sen de benim esirime köle olmuşsun. Kim kime ayağa kalkacak?
İskender: (Diyojen’in büyük filozof olduğunu anlar) dile benden ne dilersen der.
Diyojen, bugüne kadar gelmiş olan o ünlü sözle cevabını verir. Gölge etme başka ihsan istemem…
Şimdi bu olayın günümüzde yaşandığını var saysak, ödüllendirmek şöyle dursun, Diyojen bir daha gün yüzü görür müydü?
Ülkemizde son yıllarda aklımıza gelmeyen, inanmakta zorlandığımız değişimler yaşıyoruz. İnanamadığımız olaylar adeta birbiriyle yarışıyor. Yönetenlerin bir dediği diğerini tutmayınca, siyaseten söylenmiş sözler diye geçiştiriliyor. Siyasette söylenen her şeyin mübah olduğu, kendi söylemleriyle bir kez daha tescilleniyor…
Altı Şubat’ın üzerinden yirmi ay geçti. Deprem bölgesinde yaşıyoruz ve hala yıkılmayı bekleyen, mahkemesi devam eden binaların az olmadığına şahidiz. Konteyner kentler yeni bir kış daha geçirecek ve bu son kışları mı olacak bilinmez… Halkımız depremin travmasından kurtulmadan, hava kirliliği, susuzluk ve geçim derdi derken, evlerinin yerinin rezerv alanı ilan edilmesinin şokunu yaşıyor…
Mülteci sorunu, işsizlik, hayat pahalılığı had safhada iken, TÜİK’ten açıklama geldi. Gözümüz aydın olsun! “Zen gin leş mi şiz” bizler de TÜİK’le komşu mu olsak acaba? Komşuda pişer, bize de düşer nasılsa…
Kadın cinayetleri dur durak bilmiyor. Her gün öldürülüyoruz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2024 Eylül raporuna göre 34 kadın erkekler tarafından öldürüldü. 20 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu…
Hal böyle iken, iktidarın yaptığı açıklama aynen şöyle; “Kadına ve çocuğa yönelik şiddette zafiyet görüntüsüne asla izin vermeyecek, şiddete sıfır tolerans ilkesiyle mücadelemizi devam ettireceğiz. Kadınlar gönüllerini ferah tutsun…”
Bu söylemi şaşkınlıkla dinlerken eşimin yüzüne bakıyorum o da bana bakıyor kendimi zor tutuyorum…
Narin cinayeti iki aya yaklaştı. Çocuk öldürüldüğü sırada evde kimlerin olduğu bilindiği halde katili bulunamamış olsa da bizler gönlümüzü ferah tutuyoruz(!)
Küçücük çocuklar tecavüze uğrayıp, darp edilip öldürülürken ne evde ne sokakta güvende değilken yine de gönlümüzü ferah tutuyoruz(!)
Aynı konuşmanın devamında trajikomik iddialar devam ediyor. “Kadına şiddette mücadelede ülkemizin çağ atladığı, toplumda güvenlik ve asayişi temin noktasında geçmişe ve birçok Avrupa ülkesine kıyasla çok iyi yerde olduğu, onlarca suç kaydı olan kriminal tiplerin ellerini kollarını sallayarak ortalıkta dolaşmasından herkes gibi rahatsız olduklarının altı çiziliyor. Allah’ın izniyle çözüme kavuşturacaklarını, kanunların suçlu lehine işlemesi anlamına gelen çarpıklığı düzeltmek için planları olduğu… vs. vs.”
Bunları okuyan herkesin aklından geçenleri tahmin edebiliyorum. Kimimiz ilk kez mi duyuyoruz diyor, kimi iç geçiriyor, kimi isyan ediyor. Ama ne söylersek söyleyelim, bu duruma alışamadık, alışamıyoruz. İyi ki de alışamıyoruz.
Face’de sayfa arkadaşım olan değerli şair, Cevat Çeştepe’nin paylaşımından bir anekdotla haftaya görüşmek üzere…
“Ama neyse ki ‘hiçbir karanlık sonsuza kadar devam etmez’ ana kuralı gereği bazen çok uzun sürüyor olsa da gelip geçicidir…”
Yazı şöyle sonlanıyor; “Ne yazık ki ya da iyi ki ‘ölümsüzlük şerbeti’ henüz laboratuvar deneylerini tamamlayıp kahvaltı öncesi içilmesi için özel sunumlara hazır hale gelmedi…”