Rengiyle, kokusuyla baharın müjdecisi, çiçeklerin baş tacıdır gül.
Sevenlerin dikenine katlandığı.
Döş ceplere takıldığı, saçlara kurdela edildiği.
Aldığı eklerle kız çocuklarımızın adlandığı.
Reçeliyle, şerbetiyle, lokumlarıyla ağızların tatlandığı.
Deyimleriyle, atasözleriyle bizlere dersler verdiği...
Adından belkide en çok bahsedilen çiçektir gül.
Bahar onunla başlar.
Beyazı, masumiyeti, saflığı çağrıştırır.
Kırmızısı, tutkuyu, cesareti arttırır.
Sarış, yakınlık, arkadaşlık kurdurur.
Vedalaşırken, siyah goncalı bir gül sunulur.
Yaşantımızın, bireysel ilişkilerimizin, sosyal çağrışımlarımızın, aşkımızın, sevdamızın dilidir gül.
Şarkılarda, türkülerde, şiirlerde hep o vardır.
Her insanın zihninde farklı çağrışımları söylenir.
Genç kızlarımız mendiline, kaneviçesine gülü nakşettiği gibi, edebiyatımızda şiirlerimizin imgesi ve motifidir.
Şiirlerde gül imgesi doğanın dili oluvermiş, insanı rüya ile buluşturan kelimelerle ölümsüz bir bahçe yaratmıştır.
Birden bire isim, cisim olmaktan çıkmış eyleme dönüşüvermiş.
Gül!
Haydi gül, ağız dolusu gül diye çağırmış.
Bu koca dünyayı tutacak nerdeyse/ Gül, gül! Diye bağıracak herkes, hep bir ağızdan: “ gül!” demem çok zor demiş şairimiz Edip Cansever.
Gülmenin zor olduğu günlerden geçerken ne kadarda yakışmış günümüz gerçeğine.
Hayat dikensiz gül bahçesi değil ama, gül bahçesine çevirmek insanın kendi elinde.
Güle güle! Nidasıyla veda etmenin yanında, gül gibi kalmayı anımsatır hayat.