Asrın felaketi olarak bilinen 6 Şubat depremi nerdeyse iki yılını tamamlayacak.
Ne var ki, ağır hasarlı binaların yıkılmaması can alıyor.
Olay Dörtyol’da yaşandı.
Dörtyol’un Kuzuculu mahallesinde, ata dede yurdu olarak yaşadıkları, babadan kalma iki katlı evin balkonu çöktü.
Baba ve oğul enkaz altında kalarak can verdiler.
Baba İlyas Çardak Demir Çelik emeklisi, oğul Umut özel haddehane işçisi.
Ağır hasarlı evin malzemelerini söküyorlarmış baba oğul.
Hemen diyeceksiniz, hasarlı eve girilir mi?
Üç beş kuruşa değer miydi?
Doğrudur.
Ev bahçe evidir.
Köy yerlerinde ata yurdu denir.
Babanın yaptığı evin çevresine oğullar, kardeşler de ev yapar, amcaların evleri de bulunur.
Evler sırt sırta, omuz omuza kurulur.
Akşam oturmaları, gündüz sohbetleri bir arada olur.
Çocuklar bahçesinde oynaşır.
Böylesi hareketli, kalabalık bir mekânda depremde ağır hasar görmüş bir evin yirmi aydır neden yıkılmadığı sorulmaz mı?
İlyas’ı tanırım.
Uzun süre Demir Çelik’de çalışmış. Çalışırken emek mücadelesi içinde yer almış, emekli olduktan sonra da İSÇEİD Yönetiminde bulunmaktaydı. Emeklilerin sorunlarına karşı duyarlıydı. Emeğiyle babasının yurt yerine kendi imkanlarıyla iki katlı evin yapmış, çocuklarını okutmuş, evlendirmiş, babadan kalma üç beş dönüm portakal bahçesi ve emekli maaşıyla geçinen biriydi. Yazları Dörtyol’un yaylalarında kalırdı. Ağır hasarlı babadan kalma evle, kendi evi nerdeyse bitişikti. Mal canın yongası derler ya! Nasıl olsa ev yıkılacak, kapısını, penceresini, demirlerini bari alayım, emekli yaşamıma belki merhem olur, diye düşünmüş olabilir. Ayrıca eli açıklığı, yardımseverliğiyle de bilinirdi. Belki bir garibanın, fakir fukaranın işine yarar düşüncesi de taşımış olabilir. Ne düşünürse düşünsün, kendince doğru olanı yapmıştır. Ama canıyla ödemiştir.
Nasrettin Hoca kadılık yaparken birbirinden şikayetçi iki kişiyi uzunca dinler. İkisine de haklısın der. Bu konuşmaları dinleyen karısı şaşırarak Hoca’ya sorar. “Senin kadılığından bir şey anlamadım. İkisine de haklısın dedin, öyle şey olur mu?” deyince, Hoca, hanımının yüzüne bakarak, “Hatun sen de haklısın” der.
Deprem gibi önem arz eden ciddi bir sorunu bilimin elinden alır, siyasetin eline verirsen herkes haklı olur.
Doğru söze ne demeli?