Hepimizin hayata dair planları vardır. Bugün, yarın, bir hafta sonra, önümüzdeki ay hatta yıllar sonrası için. Bu olağan durum bizi hem hayata bağlar, hem de daha planlı olmamızı sağlar. Diğer taraftan sadece bu planlara odaklandığımızda anı yaşamayı unutup, çoğu şeyi erteleyebiliyoruz ve bir de bakıyoruz ki hayat akıp gitmiş. Elimizde yarım kalmış, hatta hiç başlanmamış hayallerle yol ortasında öylece kalabiliyoruz. Başımıza gelen bir kaza veya hastalığa da genellikle hazırlıksız yakalanırız. Hayat tüm planlarımızı, projelerimizi bir anda alt üst ediverir.
Yazı yazmak veya kitap okumak için sessiz bir ortam ve dingin ruh hali içinde olmam gerekiyor. Bugün o günlerden değil. Aklımdaki sözcükler birbirine dolanıyor. Kafamı karıştıran, kaygılandıran kişiye kâh kızıyor, kâh üzülüyorum. Yakınlarımın içinde hasta olabilecek o en son kişiye…
Kendimi bu karmaşadan uzaklaşmak için mutfağa girdim. Poğaçalar, kurabiyeler yaptım. Ortalığı topladım, saçlarımı boyadım. Bunları yaparken sürekli telefon trafiği içinde olduğumdan kaygılarım azalmadı. Arkası arkasına gelen haberler bir öncekini aratıyordu. Durum hiç de iç açıcı değildi ama Allah’tan umut kesilmezdi. Öyle ya, nice örnekler duyup, gördük etrafımızda.
Henüz yaptırdığın evini bile görmedik. Daha hayırlı olsuna geleceğiz. Anlata anlata bitiremediğin, baraj gölüne karşı çayımızı, kahvemizi içeceğiz. O evde sevdiklerinle, sevenlerinle bir sofra başında oturmadan olmaz! Olmamalı.
Öyle işin kolayını seçip, çekip gitmek yok! Sen nelerle, kimlerle mücadele ettin bir hatırla. Ondan zor değil yapman gereken. Gözü karalığınla, cesaretinle nam salmıştın yedi düvele. Sesin soluğun kısılmış, hatta helalleştiğini duydum evladınla. Mahsus mu yapıyorsun duyacağımızı bilip… Yapma koca kurt, yapma ne olur. Daha yapacak çok şey var. Yarım kalan hikayeler, henüz konuşmadıklarımız ve söz verdiğim aile yemeğimiz var.
Çektiğimi çoktan unuttuğum bir video gördüm telefonumda. Bir şiirini okuyorsun. Ne kadar da sağlıklısın. Ama şu ciddiye almama huyun var ya insanı çileden çıkarıyor. Oysa alarm vermiş iki yıl önce ne diye geçiştirip, yokmuş gibi yaptın sanki. Hayatı gerçekten ciddiye mi almıyordun, duyacaklarından mı korktun anlamadım bir türlü.
Kendi kendine, “Ben ne badireler atlattım, buna pabuç bırakır mıyım?” diyebilsen. Kaç kez trafik kazası geçirip, ölümlerden döndün. Hurdaya çıkan aracın içinden ciddi yaralar almadan çıktın. İftiraya uğradın aklandın. Çok uzun süreli olmasa da mapus damıyla da tanıştın. Üç kez girip çıktın.
Bekle beni geliyorum yanına. O zaman bütün bunları hatırlatacağım bir bir.
Olduğundan güçlü görünen insanlar vardır ya sen de onlardan mısın? Gerçekte öyle cesur değil miydin yoksa? Zayıf olmanın, korkmanın utanacak bir yanı yok ki. Eğer böyleyse; korkularını, endişelerini anlat gitsin. Hatta içinde ne varsa hepsini kus da rahatla. Bilirim, sen ağlayamazsın da. Erkek adam ağlamaz diyenlere inat, fren pedalını söküp at da sal kendini. Başucuna oturup bunları anlatacağım ama beni ciddiye almazsın değil mi? Belki de dinleyecek, inanacak gücü kaybetmiş olabilirsin. Hep o doktorun yüzünden biliyorum. Çok güvendiğin o doktor, yüzüne karşı; “uyandığın her sabahı kâr say” derken, içindeki tüm umutları paramparça etti biliyorum. O parçaları toplayıp onarmayı, iyi olacağına inandırmayı becerebilecek miyiz bilmiyorum ama sana o sözü söyleyeni ömrüm oldukça affetmeyeceğimi biliyorum. Umudun ve sevginin ömrümüze ömür katacağını, en azından acıları hafifleteceğini bildiğimden…

