Hayatı fazla ciddiye aldığımızdan, sonu yokmuş gibi sıkı sıkıya bağlanıyor, bitmek tükenmek bilmeyen planlar yapıyoruz. Yaşamdan zevk alabilmek, umudumuzu koruyabilmek adına hedeflerimizin hayallerimizin olması, yaşamın zorluklarını katlanır hale getirirken bu isteklerimize fazla kapıldığımızda anı yaşamayı unutuyoruz.
Telefonumuzun rehberindeki isimler tek tek silinirken veya silmeye elimiz varmazken, bizim hiçbir ayrıcalığımızın olmadığını aynı akıbetin bizi de bulacağını düşünmüyoruz. Eğer düşünseydik saçma sapan şeylere takılıp o ne dedi bu ne dedi diye kafa yormazdık.
İnsan en çok yakınları tarafından incinir. Çünkü en çok onlara değer veririz ve değer verdiğimiz kişiler kıymetlilerimizdir. Verdiğimiz emeği her ne kadar bir yatırım olarak görmesek de en azından, biz de onlar tarafından görünür olmak isteriz. Bu çok anlaşılır, insani bir duygudur.
Hiçbirimiz ailemizi kendimiz seçmiyoruz. Ne olursa olsun onlardan asla kopamıyoruz da… Sağlıklı ve doğru olanı yapıyoruz ama çoğu zaman ciddi sürtüşmeler yaşayabiliyoruz. Bu sorunlar çok farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Asıl sorun kriz anında bizlerin sergilediği tutum. Zira sevgi ve saygı çerçevesinde çözülmeyecek şey yoktur.
Sadece ailemizle mi? Komşumuzla, arkadaşlarımızla veya trafikte hiç tanımadığımız kişilerle sonu cinayete kadar gidebilen tartışmalar yaşayabiliyoruz. Empatiden yoksun, aklıselim davranmadığımız için…
Etrafımızın günbegün tenhalaşması, güz rüzgarlarını da yavaş yavaş hissettirirken, yapabileceğimiz tek şey bize bahşedilen muhteşem armağanın hakkını verebilmek. Evimizle, eşyalarımızla hatta arabamızla kurduğumuz bağı hayatla da kurmaya çalışmak. Ömrümüzün bir sonu olduğunu unutmadan, emaneti teslim edene kadar, “keşkeler” yerine “iyikiler” biriktirebilmek…
Ayrıca evimizle, eşyalarımızla bağ kurmamız ne kadar mantıklı sizce? Burada kendi öz eleştirimi yapmak isterim. Doğup büyüdüğüm evin satıldığını ve sonrasında yıktıklarını öğrendiğim zamanki üzüntüm… O eve sahip olma isteğim hiç dinmedi. Annemin, babamın hepimizin sesinin yankılandığı, acı tatlı birçok olayın yaşandığı o evi hep istedim.
Oysa hiçbir şey kalıcı değildi. Dilim bunları söylese de gönlüme söz geçiremiyorum. Bu isteğimizin altında hangi duygular yatıyor onu da bilmiyorum.
Yunus’un şu dörtlüğü benim isteğime tokat gibi bir cevap değil mi?
“Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Gel biraz da sen oyalan”
İnsan herhangi bir konuda gerçeği bilse de uygulamak çok kolay olmuyor. O nedenle mümkün olduğunca geçmişe, geleceğe takılmadan anı yaşamak dileğimle…
Yıllar önce yazdığım büyüdüğüm evi anlatan bir şiirim…
SARI BOYALI CUMBALI KONAK
Sarı boyalı cumbalı konak
Gözümü açtığım
Çocukluğum, gençliğim
Annem, babam, kardeşlerim
Hüznüm sevinçlerim
Babamın öfkesi saman alevi
Annem kin nedir bilmezdi
Düğünler bayramlar
Yemekler davetler
Gırgır şamata
Hüzün ve neşe yan yana
Hiç kapanmayan pikaplı radyo
45’lik plaklar annemin gözdesi
Hanımelleri, küpe çiçekleri
Nasıl yakışırdı bu konağa
Ne güzellikler hüzünler sakladın içinde
Balkonunda Kırlangıç yuvası
Evimizin bir parçası
Hayatın kendisi idi o konak
Habersizce geldi yaprak dökümü
O gündür yasın dinmedi
Nerede hanımelleri küpe çiçekleri?
Radyon susmuş
Nerede annemin plakları?
Kuşlar bile yuva yapmaz olmuş.
KARAKEDİ Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi
Mayıs/2019