Meral Tabakoğlu TOKSOY


Hayatınız başkasına mutluluk getirdi mi?

Meral Tabakoğlu TOKSOY


Kışın beklediğimiz yağmurlar, bu günlerde usul usul da olsa toprağa hayat veriyor. Nisan’ın sonuna gelmiş olmamıza rağmen havalar hala serin. Ama yazı yaylada veya deniz kıyısında geçirenler için bahçeleri yaza hazırlama telaşı çoktan başladı. 
Her geçen yıl bu hazırlıklar daha zor gelmeye başlarken, o eski heyecan ve hevesin de yavaş yavaş azaldığını hissediyorum. Bunun nedenlerinin başında kabul etmek zor olsa da yaşımızın ilerlemesi geliyor. İlgi alanlarımızın başka yönlere kayması ve sonunda kendimize daha çok vakit ayırma isteği. 
Toprağı, doğayı çok sevmeme ve toprakla hemhal olmaktan büyük haz almama rağmen eski şevkimin kalmaması beni şaşırtmıyor. Çünkü artık sadece canımın istediği kadarını yapmak istiyorum. Artık önceliklerim farklı ve bunları hayata geçirmek için henüz geç kalmadığımı da biliyorum. 
Hiçbir şeye gereğinden fazla anlam yüklemeden, koşturmadan, mola vererek, etrafımdaki güzellikleri doyasıya içime çekerek yaşamak… Mümkün değil mi sizce de? 
İnsanın zaman içerisinde değişmesi, yaptığı yanlışlardan dönmesi ve en çok da vaktini harcarken israf etmek istememesi hayatın öğrettikleri değil de nedir? Çevremizdeki kişilerin düşüncelerimizin, isteklerimizin değişmiş olmasını yadırgamasına ise aldırmıyorum. Ben de onların yadırgamasını yadırgıyorum aslında. 
Uyanmadıklarını veya adeta hipnoz altında olduklarını düşünüyorum ve onlara iyi uykular diliyorum. Yeter ki bana gölge etmesinler! 
Zamanı geri döndürmek ve bazı şeyleri telafi etmek maalesef mümkün olmuyor. “Şimdiki aklım olsaydı…” demek, yaşadığımız yorgunluğun bir ifadesi gibi. Henüz üstümüzden atamamış olsak da, çoğu şeye geç kalmış olsak bile, şu an hâlâ yaşıyorsak, şansımız var demektir.
Morgan Freeman ve Jack Nicholson’un birlikte oynadıkları bir film vardır: Şimdi ya da Asla ( The BucketList 2007 yapımı) Özellikle belli bir yaştaki kişilerin (Aslında gençlerin ilham almaları için izlemeleri daha da önemli) izlemesi gereken bir film. Mutlaka izleyenler vardır. Hatta izleyip unutanlar tekrar izleyebilir. Ama bu kez içselleştirerek izlenmeli. 
Bilmeyenler için kısaca filmden bahsetmeme izin verin: Edward (Jack Nicholson) zengin bir adam, Carter (Morgan Freeman) ise sıradan bir araba tamircisi. Ortak hiçbir yanları olmayan bu iki adama kanser teşhisi konur ve aynı hastane odasını paylaşmaya başlarlar. Bu süreç, hayatlarını gözden geçirip sorgulamalarına neden olur. 
Gerçekleştiremedikleri hayallerini, başkalarının beklentilerine göre yaşadıkları hayatları düşünürler. 
Çoğumuzun yaptığı gibi: “Doğrusu bu!” diye dayatılan hayatlar… Kime göre, neye göre? Sorgulamadan itaat ettiğimiz, etmeyenin yadırganıp, ayıplandığı bir sistemin içinde, kendimizden çok başkalarını memnun etmek için yaşıyoruz.
Oysa bir kere “hayır” demek bile tüm emeklerin tuzla buz olmasına yetiyor. 
Filmin devamında, zengin adamın sponsorluğunda, radikal bir karar alarak son günlerinde yapmak istedikleri şeylerin listesini çıkarıp yola koyuluyorlar. 
Filmde ikili arasında geçen bir diyalog var ki, bir buçuk saatin ardından filme damgasını vuruyor. Filmin fragmanında da yer alan, insana kendini sorgulatan o sözler tekrar izlememe neden olmuştu.
-Eski Mısırlıların ölüm hakkında çok hoş bir inanışları varmış: Ruhları cennetin kapısına geldiğinde, tanrıları onlara iki soru sorarmış. Verdikleri cevaba göre girip giremeyeceklerine karar verilirmiş.
İşte o iki soru:
-Hayatında hiç mutluluğu yakaladın mı?
-Hayatın başkalarına mutluluk getirdi mi?
İlk soruya memnuniyetle; “Mutluluğu buldum.”diye cevap veren adam, ikinci soruyla kalakalıyor. 
Peki, sizin hayatınız başkalarına mutluluk getirdi mi?
Merak etmeyin, aynı soruyu kendime de sordum tabi ki. Ne kendime ne de karşımdakilere haksızlık etmek istememekle, emin olamadım bir türlü…