Haziran 2011’de Türkiye-Suriye sınırında, ABD’nin başını çektiği emperyalist devletlerce çatışma ve işgalin fitili ateşlenmişti. Aradan 13 yıl geçti ve bu çatışma-işgal politikasının (o zamanki adıyla BOP) nedenleriyle sonuçları çok daha açık görülüyor. Özetle şöyle anlatabilirim: “Çokulusluşirketler” (ÇÜŞ) ve bunların arkasındaki emperyalist-kapitalist devletler, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki petrol-enerji yataklarını, su kaynaklarını ve tarihi-kültürel zenginliği yağmalayıp bu coğrafyadaki devletleri tümüyle emperyalizme bağımlı, İsrail’in geleceğini güvenceye alan bir yönetimle donatan yapıya dönüştürmek… Bu emperyalist-kapitalist projeye karşı direniş geliştiren, mücadele eden devlet, örgüt vd. güçleri de ortadan kaldırmak için katliam ve savaş politikasını dayatmak. Irak’ın, Suriye’nin, Yemen’in parçalanması ve Filistin-Lübnan halkının da soykırıma uğratılması BOP-GOP’un ne kadar gözünü kan bürümüş işgalci devlet-şirketler tarafından uygulamaya konduğunu göstermektedir.
2011’de, BOP-GOP’un iç yüzünü deşifre eden aşağıdaki yazıyı kaleme almıştım.
“Akdeniz’in; Fenikeliler döneminden beri, “İki Yakayı Birleştiren Deniz” olarak betimlendiğini halkımız ne kadar biliyor, doğrusu emin değilim. Ama Hititler ile Mısırlıların, Haçlılar ile Doğu Akdeniz bölgesinde yaşayan yurtsever güçlerin, işgalci Fransa-İngiltere ile anti-emperyalist Türkler-Kürtler ve Arapların savaşında, bu coğrafyanın halklarının hep bedel ödediğini herkes biliyordur. Çünkü günümüze izdüşümleri olarak Filistin sorunu, Irak’ın işgali, Lübnan’ın parçalanmak istenmesi ve şimdilerde Suriye’nin karıştırılması gerçeğini sağır sultan bile biliyor.
Sözü uzatmaya hiç gerek yok, ülkemizi yakından ilgilendiren, özellikle Hatay’da yaşayanları yürekten etkileyen ciddi bir süreçle karşı karşıyayız. Basında çıkan haberler, Dünya çapında önemli araştırmacıların (Rick Rozoff) yorumları ve kişisel gözlemlerimiz göstermektedir ki, Suriye’de son dönemde yaşanan olayların arkasında ABD-İngiltere ve İsrail var. ‘Sınırdan ilk geçiş 29 Nisan günü yaşanırken, 5 Nisan’da Hatay’a gelen İngiltere'nin İstanbul Başkonsolos yardımcısı Sarah Mooney, Cilvegözü ve Yayladağı sınır kapılarına gitti. Mooney, Suriye’de bir kriz yaşanası durumunda bu ülkedeki İngiliz vatandaşlarının tahliyesi konusunda araştırma yaptığını açıkladı. Ardında da 13 Nisan günü ABD'nin Ankara Başkonsolosu Richard Appleton ile Adana Konsolos yardımcısı Amanda Joy Monsour bu iki sınır kapısında inceleme yaptı. İki ABD’li yetkili, Hatay Vali Yardımcısı Orhan Mardinli ile de görüştü.’ (Gazeteport) Bu haber ve daha sonra yaşananlar bunu açıkça teyit etmektedir. Bizzat TC devletinin haber kurumu olan Anadolu Ajansı Muhabirinin Cisr-is-Sugur kenti ve çevresinde yaptığı araştırma ve gözlemlerle ilgili verdiği bilgiler, buradaki kamu kurumlarının tahrip ve yağmalanmasında ve toplu mezarlarına rastlanan 120 askerin katledilmesinde aktif rol oynayan güçlerin hedefleri anlatılıyor. Bu olaylardan kaçıp Türkiye’ye sığındıkları söylenenlerin bir bölümü masum olabilir ama onları bu göçe kışkırtanların, aylar öncesinden Altınözü ve Yayladağı’nda araştırma yapan ABF ve İngiltere diplomatları ile ajanları olduğu herkesçe söyleniyor artık. Daha sonra buradaki çadırları timsah gözyaşları dökerek gezen CIA'nin artist kılıklı ajanı Anjelina Julie'nin mülteci çadırlarındaki şovu gündeme geldi. Arkasından da İngiltere ve Fransa'nın Suriye'ye yaptırım için Birleşmiş Milletler’e başvurusu, Amerika'nın kendi Senatosundan Esad ve altı yöneticisi için Suriye dışına çıkmama kararı vermesi. Bunlara paralel olarak, Antakya'dan derlenen, Arapça bilen gizli servis elemanlarının Suriye içinde yürüttüğü faaliyetler ve bunların dünya basınında yazılması…
Şimdi biz Hataylılar sormalıyız: Suriye ve Türkiye’de yaşayan kadim halkları birbirine düşürmek için etnik ve dinsel farklılıkları kullanmaya çalışan işgalci ülkelerin oyunlarını Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da görmüyor musunuz? Milyonlarca insanın ölümüne, tarihi ve kültürel değerlerin yağmalanması, petrol başta olmak üzere madenlerin uluslararası şirketlerin eline geçmesine yol açan bu işgal politikasının, şimdi de Suriye’de sahneye konmaya çalışıldığını görmemek için ya işbirlikçi ya da celladına özenen mahkum olmak gerekir.
Bağımsızlığa ve özgürlüğe değer veren her insan, ülkelerin iç işlerine işgalci güçlerin karışmasına baştan karşı durur. Bugün Türkiye’de olduğu gibi Suriye’de de sınıfsal sorun başta olmak üzere birçok demokratik konu gündemdedir. Bunların çözümü o ülkenin iç dinamikleri tarafından açığa kavuşturulmak durumundadır. Dolayısıyla bizde ABD patronların, Türkiye’de savaş sanayinden beslenenlerin sözcüsü konumundaki Cengiz Çandar gibilerin savaş kışkırtıcılığı yaparken, ülkemizde de sık sık kullanılan Alevi-Sünni çatışmasını Suriye, dolayısıyla Hatay’da teşvik edecek yazılar kaleme almalarına seyirci kalamayız. Hatay halkı bunların niyetlerini çözecek ve halkların kardeşliğine halel getirmeyecek kadar deneyim sahibidir. 1970’lerde nasıl devrimcilerin, sosyalistlerin öncülüğünde Antakya’nın Maraş’a, Çorum’a ve Sivas’a dönmesine izin vermediyse, şimdi de kardeşlik bilinciyle bu oyunu boşa çıkartacaktır.
Tarihin her döneminde işgalcilere dersini veren ‘İki Yakayı Birleştiren Deniz’in çocukları olarak, Türkiye’nin olanaklarının, işgalcilerin çıkarına komşu ülkenin parçalanması için kullanılmasını şiddetle reddediyoruz. Türkiye’yi büyük risklere atan ‘Yeni Osmanlıcılar’ı kınıyoruz. Bu tehlikeli oyunların figüranı olunmaması için onları uyarıyoruz.”
On üç yıl sonra bölgeye baktığımızda Suriye’de milyonlarca insan katledilmiş, milyonlarca insan bölge ülkeleri başta olmak üzere Avrupa’ya zorla göçertilmiş, petrol başta olmak üzere Suriye’nin kaynaklarının emperyalist devletler ve ÇÜŞ’ler tarafından sömürüldüğünü çok açık biçimde görmekteyiz. 2003’ten itibaren aynı “canavarlık”ın Irak’ta yapıldığını da biliyoruz. Bu yıkım ve yağma düzeninde Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri de doğrudan rol aldıkları için sorumludurlar. İnsanlığın ve gezegenimizin geleceği açısından da çok tehlikeli olan bu yıkım ve yağma düzeninin (YDD) paydaşı olan tüm devlet ve şirketler, tarih önünde olduğu kadar hukuk önünde de hesap vermek zorundadırlar. Bu, bugüne kadar yapılamadığı için YDD’nin tüm aktörlerinden hesap sorulmadığı için işgal, savaş ve sömürü dayatması Filistin ve Lübnan’da soykırıma dönüşmüştür.
Bütün bu uygulamalardan çıkarılması gereken en önemli ders, gerek tek tek ülkelerde gerekse bir bütün olarak Ortadoğu bölgesinde işgal-savaş-soykırım yoluyla sürdürülen Yağma ve Yıkım Düzeninden kurtuluş din-mezhep-etnik temelde yapılan örgütlenme ve mücadeleyle başarılamaz. Tam tersine sömürgeci-işgalci-savaşçı güçlerin ekmeğine yağ süren yeni ayrılıkları, düşmanlıkları körüklediği ortadadır. Esas alternatif, en geniş emekçi halk kitlelerini birleşik mücadelede örgütlemektir. Bu amaçla daha fazla gecikmeden Ortadoğu’daki emperyalist-kapitalist sisteme karşı direniş cephesini hızla güçlendirmek, işçi sınıfının enternasyonalist dayanışmasıyla zafere dönüştürmek gerekiyor. Yunanistan’daki PAME’nin önderliğindeki liman işçilerinin İsrail’e silah taşıyacak gemilere silah yüklenmesini engellemeleri bunun somut örneğidir. ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin her türlü desteğiyle Filistin, Lübnan başta olmak üzere bölgemizi kana bulayan İsrail Siyonizmine, bölgedeki tüm işgalci güçlere karşı anti-emperyalist/kapitalist direnişin işçi sınıfının enternasyonel dayanışmasıyla, dünyadaki barış güçlerinin desteğiyle belirleyici olması sağlanmalıdır. Örneğin Türkiye’nin gerçek anlamda bağımsızlığını savunanların birleşerek Adana’daki İncirlik Üssü’nden sonra güncel konumuyla İsrail’e istihbarat sağlayan en önemli merkez olarak Kürecik Üssü’nü kuşatan bir eylem örgütlemeleri, böylece Türkiye’yi yönetenleri bu üsleri kapatmaya zorlayan bir aşamayı ülkemizin, emekçi halkımızın gündemine taşıyacaktır. Bu, en meşru direnme hakkının hayata geçirilmesidir.