Hayatımda ilk defa internetten sipariş vermiştim. Bundan böyle ihtiyacım olduğunda, çocuklara söylemeden kendim yapabilirim diye seviniyordum. Bir süre sonra siparişim geldiğinde fark ettim ki çay termosu diye getirttiğim, sadece termos görünümlü sürahi imiş. Hevesim kursağımda kalıverdi…
İade etmek için aradığımda, karşıdaki hanım sipariş numaramı istiyor ama bulamıyorum. O numara olmadan işlem yapamam diyor başka bir şey demiyor. Pahalı bir ürün değil ama hiç ihtiyacım olmayan, kullanmayacağım bir şey. Siz bulamaz mısınız diye rica etsem de işe yaramıyor, ikna edemiyorum. Bu işin prosedürünü bilmesem de bu durum hiç mantıklı gelmiyor.
Çocuklara söylüyorum. Büyük oğlum; “Boş ver anne uğraşma, istediğinin resmini at ben gönderirim” diyor. Bu işi bir şekilde kendim halletmeliydim.
Ertesi gün tekrar şansımı denemek için arıyorum. Bu kez başka bir hanımla görüşüyorum. Durumu kısaca anlatırken, sipariş numaramı sildiğimi de ekliyorum. “Bu telefonla mı verdiniz siparişi” diyor. Evet cevabını alınca iki dakikada iade işlemini hallediyor…
Düşünüyorum, dün konuştuğum hanımın derdi neydi diye merak ediyorum. Bu kadar basit bir işi, üstelik de yapmakla yükümlü olduğu işi yokuşa sürmekteki amacı neydi?
İnsanlığa, topluma yararlı olmayı umursamayanlar olduğu gibi, görevi olmasa bile yardım etmekten kaçınmayan, duyarlı insanlar da var iyi ki…
-Bu defa bahsedeceğim kişi o iyi insanlardan biri. İki ay kadar önce yayladan Dörtyol’a sağlık ocağına iniyorum. Uzman bir Doktora gitmek istiyorum ama on beş gün sonraya randevu veriyorlar. (Sağlıkta çağ atladığımız için şükrediyorum içimden) Dörtyol’da özel hastane yok! Mecburen ya bekleyeceğim ya da çevre ilçelere gideceğim.
Sağlık ocağındaki doktorla konuşurken bu durumdan yakınıyorum. Benimle sohbet ederken bir yandan da bilgisayarda bir şeyler yapıyor ve bana dönerek, bugün doktorda bir boşluk bulduğunu, istersem randevu alabileceğini söylüyor. Oysa ondan öyle bir şey ne istedim ne de göreviydi. O sadece sağlığın ihmale gelmeyeceğini bilen, yardım etmek isteyen duyarlı bir insandı. İlgisi ve yardımı için minnettardım. Tekrar tekrar teşekkür ederek bunu ifade etmeye çalıştım. Randevumu aldı ve aynı gün doktora gittim.
Bu örnekler çok uç olaylar değil biliyorum. Özellikle belirtmek isterim ki küçük dediğimiz olaylar geleceğe olan inancımıza, birbirimize duyduğumuz veya duymadığımız güvene her gün bir tuğla daha ekliyor. Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Küçük Şeyler” isimli programını severek izlerdim. Sonraları kitabı da çıkınca almıştım. Küçük ama bizi biz eden, hayatımıza değer katan şeyleri anlatır, hatta tiyatro oyuncuları da canlandırırdı. Sizler de hatırlarsınız belki. Televizyon izlemediğim için bilmiyorum ama artık öyle kaliteli, eğitici programlar olduğunu sanmıyorum.
Yine sağlıkla alakalı, hatırladıkça kendime de kızdığım bir olay…
Yıllar önce Antakya’da oturduğumuz dönemde eşim şehir dışında çalışıyor, çocuklar okulda. Rahatsızlanıyorum. Halsiz de olsam aracımı kendim kullanarak hastaneye gidiyorum. Gaita tahlili isteniyor. Anlaşmalı oldukları bir laboratuvara gönderiyorlar. Hastane şehir dışında laboratuvar şehir içinde araları epeyce var. Neyse ki aracım var ama yine de zorlanıyorum. Tahlili verip bekliyorum. Allah’tan aynı gün sonucu veriyorlar. Öğle olmak üzere. Tahlil sonucunu getiren görevli yüzüme bakıyor ve yanımda biri olup olmadığını soruyor. Yalnızım dediğimde, mide kanaması geçirdiğimi söylüyor.
Korkunun ecele faydası yok! Acele doktora yetişmeye çalışsam da öğle molası başlıyor. Acilin kapısında başka bir doktorla karşılaşınca yardım eder ümidi ile tahlilimi gösteriyorum. Bir sonuca bir de yüzüme bakıyor; “Mide kanaması geçiriyorsun ama iyi görünüyorsun doktorunu bekle!”
Tesadüfen yaşıyoruz değil mi?
O doktor hiçbir mesuliyet duymadan yemeğini yemeye gidiyor…
İnsan olabilmek ya da olamamak!
İşte bütün mesele bu…