37 Belediyede aylardır süren toplu sözleşme görüşmelerinde işçilerin taleplerinin karşılanmaması nedeniyle grev aşamasına gelindi. Şimdiye kadar İstanbul’da ve İzmir’de 4’er ilçe belediyesine grev kararı asıldı. Bu grevlerin yayılacağının da işareti sayılabilir.
Hem CHP’li hem de AKP’li belediyelerde "tek tip" sözleşme dayatılıyor olması, bahane olarak Da "teklifler bütçe olanaklarına göre yapılıyor" denmesi ilginç değil mi? İlginç olan hiçbir konuda anlaşamayan iki partinin işçiler karşısında birlikte davranmalarıdır. Anlaşılan o ki ücretleri bastırmaya dayalı Şimşek programında, iktidar partili belediyeler ve muhalefet partili belediyeler anlaşmış. Hatta buna IMF programında denebilir, çünkü IMF de “eğer asgari ücreti yüzde 25'ten fazla artırırsanız enflasyonu azdırırsınız” diye görüşlerini belirtti. Bu IMF bakış açısı belediyelerde hayat bulurken, grev kararı alan belediye sayısı da giderek artıyor. Toplamda 50 bini aşkın işçiyi ilgilendiren TİS süreci, birçok belediyede, "İşveren" sendikaları olarak CHP’li belediyelerde SODEMSEN, AKP’lilerde MİKSEN’in tutumlarının aynı olması, yani işçilere karşı işverenlerin aynı tutumu alması, karşısında işçilerin de siyasi görüşlerine bakmaksınız işverenlere karşı birleşik tutum almalarını zorunlu kılıyor.
İşçilerin taleplerini karşılamayan yerel yönetimlerin savunması hep "Belediyenin bütçesini işçilere mi ayıralım" oluyor. Bütçeyi işçiler boşaltmadı. AKP'den CHP'ye geçen belediyelerin milyonlarca lira borç bıraktığını CHP yetkilileri söyledi. Bütçeden daha önce kimlere daha çok pay verildiyse şimdi de bütçe açığını onlar kapatsın.
İşverenler her zaman kendi bütçelerini denkleştirmeye, yani kasalarını doldurmaya, çalışıyorlar. Bunun karşılığında işçiler de kendi bütçelerini düşünmeliler ve “sizin bütçeniz bizi ilgilendirmez, biz kendi bütçemize bakarız“ demeliler.
Çöplere, kanallara, parklara, yollara, kaldırımlara alın terini akıtan işçilerin "iş verdi" diye belediye başkanlarına, belediye yönetimlerine minnet borcu yoktur. Tersine onların sırtından sermaye biriktirdikleri, pisliklerini temizledikleri için onların minnet borcu vardır. Eğer böyle bir tutum bekleniyorsa da bu kapitalist tutumdan daha geri feodal bir tutumdur. Bunun karşısında işçiler siyasi görüşlerine bakılmaksızın kendi taleplerinde birleşmelidir.
Geçen hafta Ankara’da yüz binden den fazla işçinin katıldığı son yılların en büyük işçi mitinginde konuşan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, “İşçiler 18 bin olsun yılda iki kez zam yapılsın dediler, aynısını ülkeyi yönetenlerin önüne koyduk. Aynısını bu sene de yapacağız” diye övünerek geçen yıl hiç etkisi olmayan tutumu bu yıl da sürdüreceklerini söylüyor. Bu da sendika bürokratlarının işçi sınıfının çıkarlarını savunacak tutumdan çok uzak olduklarını gösteriyor.
Binlerce işçiyi ilgilendiren işyerlerinde grev aşamasına gelinmesi ve yine tüm işçileri ilgilendiren asgari ücret görüşmelerinin yılbaşında başlayacak olması işçi sınıfının ortak bir hatta birleşmesinin olanaklarını yaratıyor. İşverenler kendi bütçelerine göre ortak bir sözleşme dayatıyorsa işçi sınıfı da sınıf olarak ortak program dayatabilir ve bu taleplerini genel grev aracını kullanarak ta gerçekleştirebilir. Talepler günlük ücret artışlarının ötesinde düşünülerek, işten atmalara, iş kazalarına ve sendikalaşmanın engellenmesine karşı da maddeler konabilir. Sadece ücret artışlarıyla yetinmek, aldıkları zammın enflasyon ve vergilerle geri alınacağı düşünülerek, işçilerin açlık ve sömürünün devamına razı olması demektir.