Kaplumbağanın ömrünün 100- 150 yıl olduğu söylenir.
Ya kelebek?
Bir hafta, bilemedin bir ay.
Uzun yaşamakla, el değmemiş gonca misali yaşamak arasında ne fark var?
Biri diğerine göre uzun olsa da yaşamak içim yaşanmamalı.
İnsan dediğin yaşamak için zamana direnedir.
Dünyanın adı “yalan dünya” ise, gerçek olan “ölümlü dünya.”
Uçup dolaşarak kısa bir ömür sürmeyle, sürünerek uzun yaşamışlık hayatta neyi değiştirir?
Kelebeğin neşeli yaşamı, kanat çırpışlar, renkten renge dönüşler beklide dünyanın tüm güzelliklerini kısacık ömrüne sığdırmak, mutluluğuna mutluluk katmak. Ölüme sevgiyle merhaba demek gibi düşünsek te, ölüm kimseye haz vermemiştir.
Ya kaplumbağa?
Uzun yaşamanın verdiği rahatlıkla, telaşsız, gamsız, tasasız acelesi olmayan bir hayat yaşar.
Kaplumbağa ve kelebeğin hayatı, insanların yaşam süreci içindeki değeri yansıtmalıdır.
Hiç kimse ömrünü boşa geçirmemiştir. Ne var ki anlamlı hayat hikayesi bırakanlar çok azdır. Oysa insan için her nefes anlam yüklüdür. Yaşamla mücadele anlamlı olmalı, yüreklerde iz, gönüllerde söz bırakmalıdır. İnsanlık tarihinin iyilikler ve kötülükler, sevgi ve korkuyla başladığı bilinmelidir.
Ölümle randevusu olduğu unutulmamalıdır.
Uzun yaşamak için biraz gülümsemek, anlamlı yaşamak için yüreklere dokunmak gerekir. Hayallerimizin toz pembesi ile hayat gerçeklerini göremeyiz, dünyanın yaşam renginin gri olduğunu, sis içinde dolandığını bilmeliyiz.
Hayat, zaman içinde kendini bulmakla başlar. Başkasından duyarsan masal, kendin yaşarsan korkunç... Kendi etrafında dönerse “çıkarcılık” olur.
Zulüm yaşatanların yüreği acımadıkça, üç yüz yılda yaşasan da üç günde yaşasan aynı.