Recep YILDIRIM


Kent ve Sanat

Recep YILDIRIM


İskenderun için “Küçük Paris” dendiğini hatırlarım. Gazinoları, pastaneleri, yazlık ve kışlık sinemaları, plajları ile bir kasabadan çok hoş bir Akdeniz kenti idi.

Sahilimiz, İzmir’in Kordon boyu ile kıyaslanırdı. Balık lokantaları deniz ürünlerini çeşit çeşit pişirir, onlarca özgün meze ile sunardı sofralara. Her mezenin yendiği mekân ayrı, her balığın yendiği mekân ayrıydı çünkü her balığın, mezenin ustası ayrıydı.

Sadece balığı mı ünlüydü bu kentin? Eti kebap eden, tavuğu ızgara eden yanına verdiği salata ile masayı bir tabiat bahçesi haline getiren lokantalar vardı.

Bu şehrin insanı güzel yemekleri evinde de yapıp yerdi kuşkusuz ama insanların sosyal mekanlara gitme arzusu vardı. Şık giyinir, çoluğunu çocuğunu tertemiz giydirir; briyantinini sürer, parfümünü sürünür, deodorantını sıkınır çiçek gibi dolaşır, mekanları gezerlerdi.

Aileyi eve kapatmak, gezip dolaşmamak, para biriktirmek uğruna boğazından kısmak, kıyafet yenilememek paragözlük sayılır, ayıplanırdı.

Konser ve tiyatrolar seyircisiz kalmaz, yabancı tek film gösterilen 18.15 matineleri tıklım tıklım olurdu.

Şimdi bu şekilde yaşayan kent var mı? Var diyeceksiniz ama benim yine itirazım olacak. Ben belli bir kesimin değil bir kentin neredeyse tümünün yaşantısından söz ediyorum. Zengini, yoksulu, köylüsü ile bir bütün halde gerçekleşen bir kent yaşantısından söz ediyorum.

Kent yoksullaşmadı, ürettiği değer azalmadı, tersine arttı. İnsanlar yoksullaştı. Bu yoksullaşma kültürel alanda da oldu. Nitelikli göç alamıyor kentimiz, nitelikli insanlarını kaybediyor. Üniversitesi var ama üniversitenin kent hayatındaki etkisi sıfıra yakın, enerjisi hissedilmiyor.

Heykeltıraşları, ressamları, şairleri, öykücüleri var bu kentin. Bu kenti onların hafızası hayatta tutacak, onların hayal gücü geleceğe taşıyacak.