Tarihsel olarak Anadolu coğrafyasında kentleşme zayıftır. Tabi tarihin hangi dilimine baktığınıza bağlıdır bu saptama. Ünlü arkeolog Ekrem Akurgal’a göre Anadolu’da 4000 antik kent var. Bu kentlerin alt yapısı iyi düşünülmüş. Künklerle su getirilmiş. Kanalizasyon teşkilatı var. Tiyatrosu var. Agorası var. İbadethaneleri ve özenli nekropolleri var. Çeşmeleri, hamamları, işlikleri ve ticaret yaptıkları dükkanları var, genel tuvaletleri (latrina) var.
Anadolu binlerce yıl istilalara uğramış. Uygarlık bir gelişmiş bir kesintiye uğramış hatta gerilemiş. Osmanlı, birkaç kenti mamur etmiş, önemli eserler bırakmış ama bu tutumunu Anadolu sathına yaymamış, yayamamış. Edirne, İstanbul, Bursa, İzmir… Asıl kent kavramı Balkan coğrafyasında gelişmiş. Anadolu’da Konya, Karaman, Erzurum, Diyarbakır, Mardin, Antakya… Tüm bu şehirler Osmanlı öncesi değişik uygarlıkların temelini attığı şehirler. İlber Ortaylı’ya göre Anadolu’da kurduğumuz tek şehir Karaman. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir adlı ilk kent üzerine deneme sayılabilecek eserinde Ankara, Bursa, Erzurum, Konya ve İstanbul şehirlerini kendi gözünden anlatır. Evliya Çelebi’nin anlattığı pek çok kent ise yerle bir olmuştur.
Kenti korumak, anıları muhafaza etmek için sağlam bir bilinç gerekir. Bu bilinç kesintisiz ve ısrarlı bir eğitimle kazanılabilir. Her yapı, her park, her ağaç bir bellek durağıdır, bizi çocukluğumuzla yüzleştirir, bizden önce yaşamış olanlarla buluşturur, anılarımızın taze kalmasını sağlar.
Avrupa’da yaşayan bir tanıdığıma yüz yaşında bir evi restore etmesi karşılığında ikamet etmesi için vermişler. Restorasyon yönergesi olarak yaklaşık dört klasör vermişler ve her adımda denetlemişler. Bu vatandaş restorasyonu tamamlamış ve ikamet izni almış. Derken eve yerleşmiş çocuğu yerleştirdikleri odayı biraz genişletmek için odanın balkonunu kapatmaya karar vermiş ve orayı plastik bir malzemeyle kapatmış. Derhal belediyeye çağrılmış ve ona şöyle bir konuşma yapılmış:” Bu ev kamusal bir hafızayı sürdürmek amacıyla verildi. Bu hafızaya yalnızca eklemlenebilirsiniz. Bu hafızadan daha üstte ve önemli değilsiniz, bunu anlamayacaksanız evi sizden alacağız”
Ben bu konuşmanın altında aşırı kuralcı, ceberut bir anlayış görmüyorum. Tersine Kant, Hegel, Heidegger, Goethe ve daha pek çok düşünürün oluşturduğu felsefi bir bilinci seziyorum. Siz ne dersiniz?