Kımız ve otağ.
Orta Asya Türklerinin ata kültürü.
Kımız, kısrak sütünden yapılan milli bir içki, otağ ise Hakan çadırı.
Doğu Türkistan işgal edildikten sonra 1949’da başlar Doğu Türkistan Göçü. Kazak Türk’ü Şirat Doğru da ayrılır vatanından. Birçok yerler dolaştıktan sonra 1954 yılında Türkiye’ye gelir, İzmir’e yerleşir. 1987 yılında İzmir Kemalpaşa ilçesine dört kilometre uzaklıkta Nif Dağlarının eteklerinde, Altay dağlarının vadisine benzeyen vadiye yerleşir ve 250 dönüm yer alır. Dağ çam ormanlarıyla kaplı, vadinin içinden şırıl şırıl akmakta olan dere, zeytin ve birçok meyve ağaçlarının yetiştiği engebeli bir arazi. Kazak ressam Aman Abzelebek’i davet eder Türkiye’ye. Satın aldığı yere bir otağ çizdirir ve inşa ettirir.
At ahırları yaptırır.
Unutulmaya yüz tutmuş iki ata yadigarını, kımız ve otağı yaşatmaktır amacı.
Biri milli içki, diğeri devlet karargâhı.
Bölgeye, Alaş Kazak vadisi ismi konur.
Hafta başında İzmir’e gelmiştim. Böylesi bir yeri duymuşluğumdan gezip görmek için gittim.
Arabayla yarım saatlik mesafe sonrası vadiye girdiğimizde yol boyunca şırıl şırıl akıyordu Nif dağından inen derenin suyu. Enginlerden başlıyordu çam ağaçları. Engebeli arazinin tarıma elverişli alanları, zeytin, dut, kiraz, erik, ceviz ve türlü meyve ağaçları kaplıydı. Kış olmasına rağmen yeşildi dört bir yan. Aralarında tay, kısrak ve beygirler otluyordu. Kiremit kaplı ahırlar vardı çevrede. Otağ olarak bilinen görkemli kubbemsi çadıra girdiğimizde, kapının girişinde sol tarafta oturuyordu otağın görevlisi. Hakan olmasa da Hakan bakışlı ve duruşlu, giyimli, konuşmalı bir tavrı vardı. Ama alçak gönüllüydü. Çadırın içi boydan boya keçe kaplıydı. Keçenin üzerine el dokuma renkli, kilim ve halılar örtülüydü. Tepede çember şeklinde otağa aydınlık veren bölüm, aynı zamanda eski Türklerde Gök Tanrısı kutsallığını simgeliyordu. On iki direkli tabanı keçe kaplı, el işlemeli kilimler ve halılarla kaplıydı otağın tabanı. Yan duvarları, motifli dokunmuş hasırlarla kaplı, tepeye kadar keçeyle örtülüydü. Otağın içine giren ziyaretçilerin girmesi bitince kapı kapanıyor, görevli ziyaretçilere, geçmiş Türk kültürüne ve Alaş Kımız Çiftliğine dair bilgiler veriyordu.
Otağın yan taraflarında kurulmuş, yine kubbemsi aile çadırları ve derenin kenarında ahşaptan bir restoran vardı. Restoran da otağın kurucusu Şirat’ın fotoğrafı, Dede Korkut’un “Tepe gibi et yığdırdım, göl gibi kımız sağdırdım”, ayrıca Ziya Gökalp’ın, “Atanın içkisi köpüklü kımız, Arpa suyu içme dedi Kırgız.” Göze çarpan yazılar vardı. Lokanta da genelde et yemeği yeniliyor ve kımız içiliyordu.
Kımızdan bizde içtik. Çiftlikte yetişen elliye yakın kısrağın sütünden yapılmıştı. Ekşimsi ayran tadındaydı. Şifalı olduğu söyleniyor, birçok hastalıkların koruyucusu olduğu biliniyor. Yalnız, ancak adı kitaplarda okunuyor. Gezmeye, görmeye, geçmiş Türk kültürü konusunda bilgi edinmeye değer bir yer.
Türk kültürü eski bir kültürdür. Hem göçebe hem yerleşik özellikler taşıdığından, tarım ve hayvancılığa bağlı ekonomisi vardır. Ne var ki kültürün alt yapısı olan ekonomi geçişlerinde kültürümüzü korumda yetersiz kalıyoruz. Kımız içeceğine dair derin bilgi edinildiğinde ekonomik değeri olan bir kaynağın bitiriliş, bir şifa kaynağının yok edilişi görülüyor. Günümüzün çarpık kapitalizmin sömürge çarkları arasında dönen ekonomiyle, hayvancılık bitmiş, tarım tükenmiş, köylülük yok olmuşa benziyor. Bunlarla yaşayan kültür heba oluyor. Böyle giderse soframızın olmazsa olmazı olan yoğurt ve ayranın başına da mı kımızın başına gelen felaket gelecek diye insan düşünmeden edemiyor.