Sadullah ÇAĞLAR


KLASİK MÜZİKTEN ARABESKE

Sadullah ÇAĞLAR


Müziksiz hayat yaşanmamış demektir. Müzik insan yaşamına coşku katar. 

Ama nasıl müzik? Örneğin geçmiş yıllarda çok sesli besteler Bethoven’in 9. senfonisi ya da Verdi’nin Aida operası besteler. 

Klasik Türk müziğin yıllar geçmesine rağmen kalıcı duygu dolu yaratıcı besteler Cevdet Çağlar’ın “şu göğsüm yarılıp baksan dikenler aynı güldendir” aradan yarım asır geçti üstat Yahya Kemal’in Münir Nurettin’in bestelediği “aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın” tenor sesiyle hıçkıran eşsiz sanatçıyı hatırlayan var mı? 

Evet konuya girelim. 

Geçtiğimiz günlerde arabesk sanatçı Ferdi Tayfur yaşama veda etti. 

1960 yılların gerisinde 1950 yılı ile başlayan köylerden kente göçüş burjuva kent kültürünü hedeflediği genç Cumhuriyet’in kentleşme yeniliği süreç içinde köylülüğe dönüştü. 

Gerileme, halk evlerinin 1951 yıllarında kapanması, 1954 döneminde köy enstitülerinin tasfiyesi sonucunda köylerin kentlere göçleri 1960 yılına kadar kentleri köy-kent haline geçişini gerçekleştirmesine olanak sağladı.  

Köy-Kent kültürü belirmesiyle gelişmiş kentleri gecekondular kuşatır hale geldi. 

Sonuçta arabesk müziğin doğumu gerçekleşmiş oldu 

Evrensel müzik zenginliği olan klasik Türk müziği unutulmaya başlandı. Yeni müzik türleri piyasayı doldurdu. Örneğin ben doğarken ölmüşüm, batsın bu dünya, bir teselli ver. 
İnsan umudunu yok eden kelimeler gelişmeye başladı.  

Yüzyılın unutulmaz bestekarları Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Itrı gibi ölümsüz bestekarlar. “olmaz ilaç sineyi satpareme, çare bulunmaz bilirim yareme”, “senden bilirim yok bana fayda ey gül, gül yaresini eller sürünür çatlasa bülbül” gibi ölümsüz besteler. 

Eğitimli duygusal ses Perihan Altındağ’ın okuduğu “sevmediklerinle gönül avutma, hasrete yolcuyum beni unutma”  

Bu eserler sevmeyi sevilmeyi yüreklere yazdılar. Bu şarkıları dinlerken gözlerinizden yaş damlaları akmaya başlar ve düşünmeye başlardınız. 

Ne demişti şair; “bir insanı üzgün gördüğüm zaman sevmeye başladığıma inanırım.”

Aslında kültür geriliği yalnız müzikte değil genelde yaşanmakta!.. 

Geçtiğimiz aylarda Ankara’ya gitmiştim. Aydınların merkezi Kızılay Konur sokakta, kitapların bölgesi olan semtte gazete bayileri var ama gazeteler yoktu.  

1974 yılları Almanya’da kaldığım dönemde şehrin merkezi olan kaldırımlar hippi tipi genç insanlarla doluydu.  

Artık batı ülkelerinde 18. ya da 19. yüzyılında yazılan eserler, romanlar yazılmıyor.  

Geçtiğimiz günlerde Notre Dame Paris Müzesinde birkaç yıl evvel yangın olayı yaşadı. Son anda müze yanmaktan kurtuldu.  

5 yıldan beri tadilat yapılan antik binanın yeniden açılışı dini ayinle yapıldı. 

1789 laik Cumhuriyet ilanıyla Notre Dame Paris müzeye dönüştürüldü.  

Napolyon Cumhuriyete ihanet eder imparatorluk töreni kilisede yapıldı. 

Artık Paris Dünya kültür kapısını kapatalı yıllar oldu. Şimdi Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron, Nato’nun kuryeliğini yapmaktadır. 

Gelenek türkülerimiz bazen Ruhi Su’dan dinlerken Nazım ustanın Anadolu kadınlarını yansıtan Cepheye silah taşıyan bizim kadınlarımız ve Sarıkamış faciasını dinlerken gözlerimiz nemlenirdi.  

Geçtiğimiz yıllarda okuma merakı olan bir arkadaş Mısırlı efsane ses Esmahan’ın yaşamı ile ilgili bir yazdığım biyografisini okumuştu. 

Bana bu arkadaş sürpriz yaparak 1930’lu yılların efsane boğazın büyülü sesi deniz kızı Eftelya’nın plağını yolladı. Ne kadar sevindim anlatamam. 

Eftelya hanım 1930 yıllarda ses sanatçısı olarak efsane olduğu yıllar. 

Atatürk Dolmabahçe’de bir gece Nazım’ın şiirlerini dinlerken bu genç şairi Nazım Hikmeti getirin onun şiirlerini bize okusun. 

Geç vakit Nazım’ın evine gelen kişiler ona çağrı yaparak Atatürk seni Dolmabahçe’de bekliyor. 

Nazım usta, kişilere ben deniz kızı Eftelya değilim diyerek çağrıyı ret eder. 

Olay ne kadar doğru bilemiyoruz. 

Eftelya aynı zamanda 1930’lu yılların kemani müzisyen Sadi Işılay’ın eşidir. 

Deniz kızı Eftelya’nın en önemli şarkısı “gel ey denizin nazlı kızı” 

Bir müzik severin cümlesiyle yazımızı noktalayalım.  

MÜZİKSİZ BİR HAYAT HATADIR!..