Müslüm KABADAYI


KÜLTÜR KOMŞUMUZ SURİYE NE DURUMDA?

Müslüm KABADAYI


Kale, korunaklı yer anlamına gelen “sur” sözcüğüne dayanan Suriye, hem doğal hem de kültürel bakımdan insanlığın kadim uygarlıklar kurduğu bir coğrafyadır. O nedenle de kendini sürekli yenileyip geliştiren hem de sürekli işgal-savaşlara maruz kalan bir diyalektik süreç yaşanmıştır Suriye’de. Bugün de 2011’den bu yana emperyalist bir plan çerçevesinde başlayan saldırı işgale dönüşmüş ve buna karşı yurtsever bir direniş gelişmiş, ancak hem içerden çürüme hem de taşeron ülke ve maşa örgütlerin kullanılmasıyla 8 Aralık’ta düşürülen bir Suriye gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bunun nedenleri ve sonuçları üzerine görüşlerimi daha önce yazıp yayınladığım için bu yazımda, kültür komşumuz Suriye’nin zenginliği üzerinde özetleyerek durmak istiyorum.  

Bilindiği üzere sınıfların ortaya çıkması ve buna paralel olarak da “devlet” olgusunun gündeme gelmesiyle birlikte, devletler arasındaki “sınırlar”, toplumların doğal sınırlarını zorlamaya başlamıştır. “Doğal sınırlar” açısından bakıldığında Ön Asya’nın en geniş alanını oluşturan Arabistan Yarımadası’nda yaşayan topluluklar da yüzlerini güneşe dönerek, sağ tarafta kalan topraklara “Bilad-i Yemen”, sol tarafta kalanlara ise “Bilad-i Şam”, yani “Kuzey Ülkesi” demişlerdir. Dolayısıyla bugün Suriye Arap Cumhuriyeti’nin başkentine Şam adının verilmesine de kaynaklık eden bu belirleme, Suriye’nin konumunu da nitelemiş olmaktadır.

İnsanların paleolitik devirde yerleştiği Suriye coğrafyası, sarp ve karmaşık engebelerin birbirinden ayırdığı küçük tarımsal alanların yanında kıyı ovaları ve dağlık taraçalarla biçimlenmiştir. Burada M.Ö. IV. bin yıldan itibaren bilinen Eriha, Şam, Megiddo, Ugarit, Byblos (Cubeyl) önemli kent-uygarlık merkezleri olmuştur. Suriye’de en eski uygarlıkların başladığı bu siteleri daha sonra Busra, Tedmur (Palmira), Halep, Hama, Humus, Tartus, Lazkiye, Deyrzor kentlerinin kuruluşu takip etmiştir.
Edom ülkesinden, Arabistan’dan gelen Sami halkının yoğunlukta bulunduğu bu coğrafyada, Doğu Akdeniz’in orta kıyılarında Fenikeliler, güney kıyılarında Kenaniler, iç kısımlarda ise Amurrular ve Aramiler yaşamışlardır. Bugün de bu halkların kültür izlerine, rastlamak mümkündür.

Suriye, III. bin yıllarında Mısır Firavunlarının üssü (özellikle Byblos) iken, daha sonra Mezopotamyalı büyük kralların, Akadlı Sargon’un, Asurlu Şems-i Adad I’in hakimiyetine geçmiştir. II. Bin yıldan itibaren Hatti ve Hurrilerin egemenliklerinden sonra bu topraklarda ortaya çıkan en önemli gelişme, Ugarit’te (Ras-Şamra) ilk kez seslere dayanan Fenike alfabesinin bulunmasıdır. Bütün Akdeniz coğrafyasını, Girit ve Yunan’a kadar etkileyen bu alfabeyle birlikte bilim ve sanatta hızlı bir ilerleme gerçekleşmiştir. Bunda Fenikelilerin denizci bir kavim olmalarının payı büyüktür. Onların, camcılığı geliştirmeleri sonucunda süslemeciliğin yaygınlaşmasına da katkıda bulundukları bilinmektedir. Bir başka özellikleri de Mezopotamya-Mısır ve Akdeniz kültürlerini sentezlemiş olmalarıdır. Bunu, bugün de izlerine rastladığımız Mersin-Adana-Hatay illerimizde görülen Adonis ve Kadmos mitolojilerinden bilmekteyiz. Yine Hatay’ın Samandağ ilçesinde bulunan ve M.S. V. yüzyıla tarihlenen Saint Simon Stilitt Manastırı’nın bir benzerinin Halep’in kuzeyinde yer aldığı, Palmira kraliçesi Zenobya’nın Romalılarla Emes’te, yani bugünkü Reyhanlı’da bulunan İm Kalesi’nde savaşırken esir düştüğü, Kadeş Savaşı sonrasındaki anlaşma metinlerinin Amik’in en önemli höyüklerinden Tell-Atçana’da bulunduğu dikkate alındığında, Suriye’yle çok eskilere dayanan bir kültür komşuluğumuzun, hiç de sıradan olmadığı kolayca anlaşılacaktır.

Asur, Arami, İbrani, Pers istilalarına uğrayan Suriye coğrafyasında Romalılar, Araplar, Bizanslılar, Hamdaniler, Selçuklular, Memluklular, Osmanlılar da tarihin değişik dönemlerinde egemenlikler kurmuşlar, iz bırakmışlardır. Osmanlı’nın Birinci Paylaşım Savaşı’nda yenilmesiyle 1918’de önce İngiliz sonra da Fransızların işgaline uğrayan Suriye’de halk, 1945’e kadar değişik mücadele yönetmeleriyle bağımsızlığını kazanmaya çalışmış ve 27 Şubat 1945’te mihver devletlerine savaş ilan eden Suriye, aynı yıl Arap Birliği’nin de kurucu üyesi olmuştur. Bugün eski sömürgeci devletlerden İngilizlerin, Fransızların ve yeni-sömürgeciliğin patronu ABD’nin tüm provokasyonlarına, komşu ülkelerin maşa olarak kullanılmasına, Avrupa ve Arap Birliği’nin ablukasına karşın eğer Suriye uzun süre ayakta durmuş, direnmişse, bunun köklerini Fransız işgaline karşı mücadelede tohumları atılıp çelikleşmiş olan yurtseverlik bilinciyle kaynaşmış halklarının dayanışmasına borçludur. O dönemde bugün Hatay sınırlarında bulunan Antakya ve Yayladağlı Türklerle Lazkiyeli Arapların ortaklaşarak Fransızlara karşı gerilla savaşını başlatmalarında aktif rol oynayan Alevi Arap halk önderi Şeyh Salih Ali’yle Türk halk önderleri Nuri Aydın (Konuralp) ve Şenköylü Abdusselam Ağa’nın dayanışmasının ne kadar öğretici olduğuna dikkat çekmek isterim.

Ne yazık ki yüz yıl sonra, Ön Asya toprakları BOP çerçevesinde yeniden işgallerle, savaşlarla ve katliamlarla kan gölüne dönüşmektedir. Palmira başta olmak üzere tarihi mekanları tahrip edilmekte ve buralardaki çok değerli eserleri yağmalanmaktadır. Bir ayı aşkındır Suriye yönetimine getirilenler, İsrail’in Şam’a kadar yaklaşmasına, en önemli kaynaklarını, tesislerini yok etmesine karşı bir tavır almadıkları gibi ABD-AB ve İsrail’le işbirliği halinde çalışmak istediklerini ilan etmişlerdir.  Bu coğrafyada yoğun olarak yaşayan Türkler, Araplar ve Kürtler başta olmak üzere tüm halkların geleceği, Suriye’nin emperyalist kuşatma ve içerden çökertmeyle müstemleke haline getirilmesine karşı birlikte ayağa kalkması önemlidir. O nedenle bizim de Suriye’yle kültür komşuluğumuzu halkların kardeşliği temelinde yeniden geliştirmek için tarih sahnesine çıkmamız elzemdir.