Dört aydan fazla süren görüşmelerden sonra geçtiğimiz hafta salı günü metal işçilerinin sözleşmesi sonunda imzalandı. Türk Metal´den sonra Birleşik Metal ve Çelik-İş´in de imza atmasıyla metal sözleşmesi süreci tamamlanmış oldu.
Sözleşmeyi kimileri 'yüzyılın zammı' olarak nitelerken kimileri de 'yüzde 38´le oturulan masadan yüzde 24´le kalkılmıştır, bunun neresi başarı' diye sormaktadır. Sendika çevreleri ise Türk Metal Sendikası´nın son yılların en iyi sözleşmesini imzaladığı konusunda hemfikir.
Doğru değerlendirmeyi yapabilmek için, sözleşmede alınan haklara ve sözleşmenin yapıldığı koşullara daha yakından bakmak gerekiyor.
Evet, sadece ücretler açısından bakıldığında MESS´in yüzde 3.2 zam ve 3 yıllık sözleşme ile masaya oturulmuş, fakat yüzde 24 zam ve 2 yıllık sözleşme ile masadan kalkılmış olması işçiler açısından bir kazanımdır. Burada şu soru sorulabilir: Nasıl olmuştur da patron 2 yıllık sözleşme süresi ve yüzde 20´nin üzerinde zamma razı olmuştur?
Burada belirleyici olan şey, işçilerin güçlü olarak işverene gösterdikleri birikmiş öfkenin 2015´teki metal direnişini hatırlatması; yani işçilerin kararlılığı...
Kıdemli işçiler hatırlayacaklardır; aslında sözleşmeler daha önceki yıllarda hep iki yıllık yapılırdı. Ancak bir kaç dönemdir işverenler üç yıllık sözleşme dayatması yapmaktadır. Burada işçilere Nasreddin Hoca´nın kaybettiği eşeğini bulması sevinci gibi bir sevinç yaşatmak istenilmiş.
Yüzdeli artışlar tavan ve taban arasındaki ücret farkı makasını açtığı gibi aynı zamanda alınan ücret artışı da vergiler ve piyasaya yapılan zamlarla kolayca işçinin elinden alınabilir olduğunu da gösterir.
Devlet, 14 bin 800 liraya kadar gelirden yüzde 15 oranında gelir vergisi alıyor. Üzerindeki gelirden ise yüzde 20 alıyor.
Örneğin 2400 lira alan bir metal işçisi 7. aydan itibaren yüzde 20´lik vergi dilimine girecek.
Maaşından 180 lira daha fazla vergi kesilecek. Yani ikinci 6 ay için yapılan zam vergiyle geri alınacak.
Geçinme endeksi açısından bakıldığında yoksulluk sınırı 5 bin 262 lira, yani işçi alınan zamla bile yoksulluk sınırına ulaşamamış.
Olaya bir de rekor kår yapmakla övünen işverenler açısından bakalım:
Borsada işlem yapan şirketlerin açıkladığı rakamlara göre şirket kårlarının 9 aylık artışı yüzde 55´i buluyor.
Bunlardan Arçelik işçi başına 70 bin liradan fazla kâr elde etmiş; Ford´da, Renault´ta işçi başına kârlar 75 bin TL civarında.
Yani sektörde işçi başına, büyüklüklerine göre, yıllık 40 bin, 50 bin, 75 bin, 100 bin, 120 bin lira kâr eden firmalar var. Aylık olarak bir işçiye düşen 3500 ile 10 bin TL.
Ama işçinin toplu sözleşmeden aldığı zam bin lira bile değil. Demek ki işverenler için bu 'bayağı kårlı bir alışveriş' olmuş. Bir de grevden dolayı meydana gelecek üretim kayıplarından kurtulmak da cabası.
Toplu sözleşmeye işçilerin talepleri açısından bakıldığında ise şunu görüyoruz; bir defa sendikalar toplu sözleşmeyi işçilerle birlikte hazırlamıyorlar, hatta görüş bile almıyorlar. Toplu sözleşme imzalanmadan önce onların onayına baş vurulmuyor. Bu bakımdan onların talepleri ve iradeleri hesaba katılmıyor.
Bu sözleşmede de olduğu gibi; toplu sözleşmelerde sendikalar, ne işçilerin iradesine göre ne işçi başına üretilen değere göre ne de işçilerin geçim indeksine göre bir pazarlığın içinde değiller. Bunları çıkarınca geriye sadece işverenlerin çıkarı kalıyor.