Her seçimin yeni bir umut olduğunu geçen yazılarımda belirtmiştim. Evet her seçim yeni umut ve beklentileri de beraberinde getirir. Ama bu umut ve beklentiler bir yere kadardır. Beklentileri tüketen partiler bu beklentinin tepe noktasından aşağıya inmeye başlarken yeni umut bağlananlar yükselmeye başlar. Bu seçimlerde de bunu görüyoruz. 2002 krizinde TBMM´deki partilerin tamamı seçmenlerin gözünde umut olmaktan çıktığı için meclis dışında kalmış; onların yerine yeni ortaya çıkan AKP umut olmuştu ve iktidara gelmişti.
Bu yerel seçim belkide kapitalist demokrasinin en haksız ve en hukuksuz seçimi oldu. Propaganda yapma olanakları tamamen neredeyse yüzde 95 oranında iktidar partisine açılırken, iktidar partisinin seçim masrafları devlet kasasından harcandı. Devletin araç, gereç vb olanaklarını iktidar partisi seçimlerde kullandı. Muhalefet partileri ise medyada yer alamadığı gibi ayrıca da iktidar partisi genel başkanı tarafından terör örgütü yandaşlığı vb ile suçlanma, hakaret ve kazansalar da yerlerine kayyım atanacağı “eski suçlarını “ çıkarıp dava açılacağı tehditleriyle karşı karşıya kaldılar. Bütün bu haksızlık, hukuksuzluk ve tehditlere karşı tepki gösteren seçmen, iktidar partisinin oylarını düşürmüştür. Artık AKP ve başındaki Erdoğan için umut olmanın tepe noktasından aşağıya doğru bir iniş başlamıştır. İktidar partisi AKP, elinde olan ve hiç kaybetmeyi düşünmediği İstanbul, Ankara, Antalya vb büyük metropollerdeki Belediye Başkanlıklarını kaybetmiştir. İktidar partisinin bu kötü gidişten ders çıkarıp yeni bir yola gireceğini ya da halkın çıkarına reformlar yapacağını düşünenler kısa süre de yanıldıklarını anlayacaklardır.
Yukarıda da belirttiğim gibi devletin başında seçilen Belediye Başkanlarının kendine itaat etmeyenlerini kayyım, görevden alma ve yargılama ile tehdit eden bir yönetim var. Bu konuda neler yapabileceğini geçmişte görmüştük: HDP´li belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyım atadığı gibi, kendi partisinden seçilmiş Ankara, İstanbul, Balıkesir belediye başkanlarını ve ayrıca seçilmiş bir başbakan olan Davutoğlu´nu istifa ettirerek yerlerine istediği birilerini atamıştı. Yani bu gün seçilenler için de aynı şeyleri yapamaz diye kimse garanti veremez. Çünkü iktidardaki sınıflar iktidarlarını kaybetmeyi kolay kolay kabullenemezler.
Evet toplum yeni umutlara ve yeni bir siyasete ihtiyaç duyuyor. Ama eski ve çağın dışına düşmüş anlayışlar toplumda bir umut yaratamaz. Bu gün her siyasi görüş, sağ ya da sol, kendi kahramanını yaratmaya çalışıyor ve yarattığı bu kahramana kendi dışındakilerin de biat etmesini istiyor. Seçimler de olanda bu... Üretim toplumsal, yani üretici güçler tarafından yapılıyor. Tüketimde toplumsal. Ama bu üretimle tüketim arasında emek harcamadan kasalarını dolduran birileri var. İşte devleti ve politikayı yöneten de bu üreten ve tüketen milyonlar üzerinden milyonlar kazananlar. Kapitalist demokrasinin çarkları bu şekilde dönüyor.
İşte topluma yeni bir siyaset gelecekse bunu üreten sınıflar yani işçi ve emekçiler getirecektir. Sol siyasetler hep söylerler “üreten biziz yöneten de biz olacağız” ama burada kastettikleri “biz” her ne hikmetse kendi partileri ve kendi adayları olur. Yani sınıfın temsilcisi yerine kendilerini koyarlar. İşçi ve emekçilerin kendi kitle örgütleri ve sendikaları ile yönetimde yer almasını akıllarına getirmezler. Geleceğin demokrasisinin bu günden nasıl örüleceğine kafa yormaları gerekir. Sandıkla temsil edilen Kapitalist demokrasi, işçi ve emekçiler için bir demokrasi değil; sömürünün üstünün örtülmesine yarayan bir cenderedir.