Nergis çiçeği ile anne arasında sürekli bağlantı kurmuşumdur.
Anneyle, nergisi özdeşleştirmişimdir.
Nergis bir kış çiçeğidir.
Birçok bitki, ağaç, çiçek kışın uyurken, o yazın uyur. Sonbahar yağmurlarıyla filizlenir, kışın yeşererek boy atar, zemheride ortasından çıkardığı bir sap üzerinden çiçeğe durur. Beyaz sarı çiçeğiyle çevreyi renklendirir, koku saçar.
Zahmetli iştir, zordur kışın çiçek olmak.
Göze cazip gelen görüntüsüyle, ciğerleri nemlendiren hoş kokusuyla narin bir çiçektir nergis.
Çabuk solar, kırılgandır, naziktir…
Yeniden doğuşu ve umudu simgeler.
Günlerin uzamasıyla, zemherinin başlamasıyla açmaya başlar, kış boyu hayatta kalır. Dayanamaz sarı sıcağa. Önce sapları dökülür, yeşilliği solar, kaybolur gider.
Soğanları yer altında uykuya yatar, yumurtlayarak çoğalır, kendini kışa hazırlar.
Bahçelerde yetişse de genelde kır çiçeğidir. Taşların, kayaların arasında, çalıların içinde yeterki kökü toprağa değmesin, yeşeriverir. Beyaz, sarı çiçeğe durur.
Adına dair efsanevi hikayeleri bulunan nergis, manevi yönü güçlü çiçek olduğundan, hediye olarak verildiğinde güçlü sevgi bağı oluşturur.
Anneler ne kadar benzer nergise.
O da bir kır çiçeği gibidir.
Küçük bir ilgisizlik de kırılgan bir ruh hali vardır.
Tıpkı, nergisin solması gibi.
Kırılganlığı; öfkeye, kızgınlığa dönse de belli etmez. Yüzü nergis sarısına, yüreği nergis kokusuna bürünür.
Yine anne olur, anne görünür.
Anne demek, şefkat, merhamet, sabır, metanet demektir. Tıpkı kendiliğinden kırda yetişen, çiçek açan, koku saçan bir nergis gibi.
Köy yerindeki evimizin yamaçlarında dağın eteklerinde nergis çokça olurdu. Kış gelip açtığında annem sevinçten uçar, top top toplar, birini saçlarına takar, diğerlerini bir bardak içinde evde uygun bir yere koyardı. Evin içi nergis kokusu dolardı. Kış boyu devam ederdi. Bir ara soğanlarını getirdi, evin çevresine dikti. Çoğaldıkça çoğaldı, evin dört bir yanı nergis oldu, nergis bahçesine döndü. Ondaki ruh halini düşünüyorum da belki kendiyle özdeşleştiriyordu. Nergisi kendinde görüyordu belki. Doğal bir ortamda yaşayan, her türlü çiçekle iç içe olan, yeşillikler içinde dolanan annemin yanında nergisin farklı bir yeri vardı.
1986 yılına girerken kalp krizi geçirmişti annem. Yanıma getirdim, SSK Hastanesinde yatıyordu. O yıllarda böylesi kalp ameliyatları olmadığından tedavi ediliyordu. Bir pazar günü kızımla ziyaretine gelmiştim. Hastane girişine geldiğimde kapıda nergis satanlar vardı. Tam da ziyaret hediyesi olarak düşündüm. Görürse kendini kendinde bulur, kendini evinde, nergislerin içinde belki görür düşüncesi yaşadım. Bir top aldım, kaldığı odaya çıktığımda doktorun geldiğini, hemşirelerin telaşını gördüm.
Doktorun, ”başınız sağ olsun” deyince öylece kalakaldım. Bir şey göremiyor, duyamıyordum. Son yolculuğuna çıkmıştı. Elimdeki nergisi saçlarını arasında görür gibi oldum. Bir anneyi kaybetmenin acısını yaşamayan olmaz. Hele de bir köy yerinde yaşayan annenin vefakarlığını, cefakarlığını bilmeyen bulunmaz. Yufkaydı annemin yüreği, güçlüydü eli kolu, bileği. Ev işlerini ihmal etmezdi, tarla, bağ, bahçe işlerinden, hayvanların bakımından geri durmazdı, onca çocuğun bakımını yük saymazdı. Bunca telaş içinde kendini görmezdi. Erken yaşında bizleri bırakarak ayrılmıştı aramızdan.
6 Ocak 1986’da onu toprağa vermiştik. Zemheri soğuğu vardı. Güneş altın sarısında, gökyüzü çelik mavisindeydi. Elimde kalan nergisi başucuna koymuştum. Mezarın başına en sevdiği kır çiçekleri; nergis, nevuruz, menekşe dikmiştim. Bir de dut ağacı. Şimdi o sonsuzluk uykusunda... Çiçeklerin açışını görmese de serçelerin cıvıltısını duymasa da mezarında tam da bugünlerde çiçekler açar, dut ağacında serçeler cıvıldaşır. Ölüm yıl dönümünde mezarını ziyarete gittiğimde, doğumumda yaşadığım ilk sıcak bağ ile ısınırım, sevgisiyle avunurum, ak sütüyle büyürüm, bebekliğimi yaşarım, çocukluğumu görürüm. Nergislerin kokusunu ruhunun derinliklerinde soluduğunu hissederim.
Işıklar içinde uyusun.