Şehir olmanın asgari gerekliliklerinden biri yerine getirilince bir alkış tufanı kopuyor. Avrupa bizi kıskanıyor, turizm patlaması yaşanacakmış izlenimi yaratılıyor, dünya bizi izliyor. Bahşedenlerle gurur duyuluyor. Modern kentler sıralamasındaki yerimiz on basamak birden fırlıyor(!)
Bir çukur doldurulsa, kaldırım düzeltilse, rögar kapağı yenilense, yola yama yapılsa, birkaç sokak hayvanı toplansa, iftar çadırı kurulsa, taziye çadırı kurulsa propaganda çarkları işlemeye başlıyor. Bazı kalemler bu işleri ballandıra ballandıra anlatıyor, fotoğraflar her türlü medyada boy boy yayınlanıyor.
Olağan nedir, olması gereken nedir unuttuk sanki. Asfalt dökmek, rögar kapaklarını yenilemek (bir de hemzemin yapsalar), kaldırım, su, elektrik, kanalizasyon, ulaşım belediyenin asli görevleri zaten. Kim yapacak ki başka? Kim gelirse gelsin olağan görevler bunlar. Saydığım işler seçim vaadi bile olmaz, komik olur olursa da.
5 Kasım 1872 tarihinde belediye statüsü kazanmış İskenderun. Yani 153 (yüz elli üç) yıldır belediye. Denize çıkan yolları, kendine has imarı, yıllarca iş görmüş kanalizasyon alt yapısı, gayet sofistike su dağıtım şebekesi, hastaneleri, sinemaları, eğlence mekanları ile gıpta edilen bir şehirdi İskenderun. Sahilden Belen, Sarımazı, Cırtıman, Karahüseyinli, Sarıseki, Denizciler, Karaağaç, Arsuz’a…belediye otobüsleri kalkardı. Ulaşım pek sorun değildi anlayacağınız. Kentin normali, insanların temel ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğu ile çakışıyordu.
Normali, bahşiş; olağanı rüşvet olarak vermek, varlık sebebini lütuf olarak göstermek gibi bir tarz gelişti. Can sıkıcı bir tarz. İnsanların bazı politikaları yutmayacağı an gelir. O anın yaklaşmakta olduğunu seziyorum.
Kenti düşünmek, kentin insanını ve onun konforunu düşünmek demek. Yasalar, yönetmelikler de bunu söylüyor. Normal olan hepimizin hakkı olandır. Ha artırır, üzerine bir şeyler yaparsınız takdiri zaten fazlasıyla görürsünüz.