İnsanın doğayla etkileşiminin özgün ve ilk biçimlerini çocukların davranış, eylem ve düşünme süreçlerinde görüp değerlendirmek, algılama-imgelem ve öğrenme süreçlerini derinlikli kavramımızı zenginleştirir, ufkumuzu geliştirir. Onların “oyun”la başlayıp gördüklerini, yaşadıklarını, deneyimlerini algıyla bilince dönüştürme süreçlerinde son yıllarda dijital ortam çok etkili olmakla birlikte, doğadaki hayvan, bitki, cansız varlıklarla temas ettiklerinde ilginç etkileşimlerde bulunduklarına tanık oluyoruz. On iki yaşındaki kızımız Evin’le bu yaz yaşadığımız böyle bir etkileşimden söz etmek istiyorum.
Her bölgesinde faklı coğrafi-iklimsel özellik, kültürel-tarihsel zenginlik olan bir ülkedeyiz. Türkiye’de görmediğim iki coğrafya kalmıştı. Kemer-Marmaris arasındaki kıyı şeridindeki koyları, vadi ve dağları, kentleri, tarihi mekanları bu yaz görme olanağı buldum. Bitlis-Van-Hakkari-Şırnak illerinden oluşan coğrafyayı da en kısa zamanda görerek ülkemizle ilgili eksikliğimi gidermeyi düşünüyorum. Bu yaz gezip gördüğümüz alanla ilgili izlenimlerimi, edindiğim bilgi ve ziyaret ettiğim, görüştüğüm kişilere dair duygularımı, düşüncelerimi yazarak yayınladım. Okuyanlardan çok nitelikli dönütler aldım. Bu da verimli üretkenlik ve karşılıksız paylaşım bakımından edebiyat-sanat dünyasında yeniden üretimin zenginleşmesine zemin oluşturuyor. Tarihi-kültürel alanlarda kazı-incelemelerle ortaya çıkarılan çok önemli buluntularla kamuoyunun ilgisine sunulmasını sağlayan bilim insanlarını halkımız sahipleniyor.
Bu yaz gezdiğimiz coğrafyada gördüğümüz Likya’nın ilk başkenti Ksantos, Likya Birliği’nin ilk meclisinin yer aldığı Patara, Likya uygarlığının batısını, Olimpos Antik Kenti ise üç temsilciyle doğusunu temsil eder. Evin’imizle bu kentleri gezerken zaman zaman zorlanmakla birlikte çok ilginç, heyecanlı, verimli anlar yaşadık. Onlardan birini, beni de çok etkilediği için paylaşmak istiyorum.
Baştan vurgulamak isterim; Homo Sapiens’in en önemli buluşunun tekerlek olduğunu, zamanı en verimli biçimde bir günde birkaç antik kenti gezip inceleme, bu kentlerin çevresindeki koy, dağ ve bitki örtüsünü görmemizi, arabamızın sorunsuz biçimde dönen tekerleğinin sağlamasıyla bir kez daha bilince çıkardık. Kaş’ın Ağulu köyünden yola çıkıp Demre’deki Myra Antik Kentini ve Aziz Nikolaos Müzesi’ni gezip inceledikten sonra buz gibi Burguç şifalı suyundan yararlandık. Doğduğum coğrafyaya üç bin yıl önce damgasını vuran Fenike uygarlığı nedeniyle epeydir görmek istediğim Finike’yi (Sese dayalı alfabeyi bularak bugünkü birçok alfabenin temelini atan Fenikeliler tarafından M.Ö 500’de kurulmuştur.) gezdikten, naranciye deposu Kumluca’yı geçtikten sonra Adrasan koyuna geldik. Doğa harikası bu koyun sahilindeki canlılık görülmeye değerdi. Çok renkli teknelerle koyları dolaşanların eğlencelerine sahilde piknik yapanların sıcaklığı, Evin’le volaybol oynadığımız topun sesi eşlik ediyordu. Gittiğimiz her yerde gördüğü hayvanlarla arkadaş olup oynayan Evin, burada da köpeklerle oyunlar kurdu. Doğrusu sahilini, canlılığını sevdiğimizden geceyi burada geçirmeyi düşünsek de zamanla yarıştığımız için hava kararırken yola koyulduk. Bahçelerin, köylerin, çayların gözümüze ve gönlümüze bıraktığı güzellikleri, çelişkileri özümleyerek gezdiğimiz bu doğa harikasında tam karanlık bastırdığında Olimpos Antik Kenti’ne geldik.
Aslında Olimpos’a gündüz gözüyle yolculuk yaparak girmeyi isterdik ama bunca yeri bir gün içinde gezip görebilmek için o kadar hızlı ve verimli davranmamıza karşın bunu niçin başaramadığımız gayet anlaşılır. Ha, “Bu kadar kısa zamana bu kadar yer gezmeyi sıkıştırmak doğru mu?” derseniz, kuşkusuz her yönüyle özümseyerek gezebilmek için birkaç gün ayırmak gerekir; bizim hızımız zorunluluktandı. Çünkü, ertesi gün Alanya Okurcalar’daki siteye gidip kalacağımız eve yerleşmek durumundaydık.
İnsan yaşamını belirleyen olgular, doğal-gönüllü ve zorunlu süreçlerle biçimleniyor. Tam da bu noktada özellikle Evin’in imgelemini, bilincini biçimlendiren durumlardan birini Olimpos’ta yaşadık. Biz, bir zorunluluk nedeniyle karanlıkta Olimpos’a gelip saat 21.00 sularında antik kentin içinden geçerek sahile gitmeseydik, çocuğumuzun böyle bir durumu yaşamasına tanık olamayacaktık. Olasılıklardan hangisinin insan yaşamında yer alacağı, doğanın diyalektiğinden bu yönüyle ayrılır. Bu, aynı zamanda çocukluktan başlayarak insanın doğayla ilişkisinin gelişiminde özneleşmesidir. Gerçek anlamda eşitlik ve özgürlük de, insanın özneleşme sürecinin özgürleştirilmesiyle sağlanabilir.
Gezdiğimiz yerlerde başka ülkelerden gelen turist fazla yoktu. Olimpos’taki kamplar da dolu değildi ve orada kalanlar büyük kentlerden gelenlerden oluşuyordu gördüğümüz kadarıyla. Ülkemizin geleceğini karartan “Yağma ve Yıkım Düzeni”ydi bunun nedeni kuşkusuz. İnsanların tatil, gezip görme hakkını hayata geçirecek geliri yok artık. Kampları dolaşıp fiyatları yüksek bulunca, çadırımızı kurmaya karar verdik ve insanların sahile doğru akın ettiklerini görünce biz de harekete geçtik. Vadinin her iki yamacında yükselen dağların gölgesine bakarak antik kente girdik. Gece antik kentin içinden plaja yol verilmesine şaşırdık ve burada meydana gelebilecek kötü durumların önüne nasıl geçtiklerini düşünüp aramızda konuşurken tepemizde bir dronun dolaştığını fark ettik. Yine de önemli bir tarihi yapıta zarar verildikten sonra önlem almanın bir anlamının olmadığında hemfikirdik. İşlevsellik açısından bu uygulamanın verileri üzerinden nasıl bir değerlendirme yapılmıştır ya da yapılmamıştır bilemiyoruz ama Türkiye’de uygulamalı müze, sanal müze deneyimleri üzerine de kamuoyunun ayrıntılı bilgisinin olmadığını eğitim sistemimizde görüyoruz. Kütüphanelerin işlevselliği bakımından Finlandiya’daki uygulama örnek gösterilmektedir. İnsanların kütüphaneye gelmesini, kitaplara dokunmasını ve okumasını sağlamak için aynı mekanda farklı işlerin yapıldığı mekanlar oluşturmak anlamlı gelebilir; ancak müzelerde canlandırma, oradaki yapıtların benzerinin yapıldığı atölyeler açma, yapıtların temsil ettiği dönem ve kültürü yansıtan doküman hazırlama, etkinlikler yapma yoluna başvurulabilir.
Olimpos Antik Kentinin içinden geçip plaja gidip ayaklarımızı tuzlu suya uzatarak günün yorugunluğunu atmak ve o gece gerçekleşeceği bilinen meteor yağmurunu izlemek için yürürken, yolun sağındaki, solundaki tarihi yapılara merakla ve heyecanla bakıyorduk. Sol tarafımızdaki yapının yan tarafında birden karşımıza çıkan tilkiyi görünce, hemen telefonumla videoya çekmeye başladım. Kahverengi tüyleri projektörden yansıyan ışıkla çok güzel parlıyordu ve hareket ediyordu. Sevda’nın “Tilki tarihin içine dalıyor.” cümlesinin peşinden Evin, “Ooo, tarihi bilgisi çoktur. Belki İlber Ortaylı’yı geçer.” demesin mi? Bu, kişileştirme sanatı mı, espri mi, ironi miydi pek anlayamadık doğrusu. Biraz sonra tilki tarihi yapının içine dalınca, Evin de peşinden gitti. Onunla göz göze geldiklerinde, “Ooo, çok tatlı. Baba, sanki ceylana benziyor.” dedi ve ekledi: “Aç o aç.” Kedi, köpek dışında ilk kez Olimpos tilkisiyle oynamak isteyen on iki yaşındaki çocuğumuz, bu mekanda tilkinin o saatte gezmesinin gerçek nedenini böyle dile getirdi. Projeksiyon ışığından kaçarak dehlizin karanlığına kaçan tilkinin ardından şu notu düştüm: “Tarihin kurnazlarına karşı ‘doğanın kurnazlığı’yla yanıt veren tilki...”
Çok önemsediğim bu videoyu hemen düzenleyip dostlarımla paylaştım. İki gün sonra şair dostum Mete Alpsar’dan bir şiir geldi elektronik ortamda. Okuyunca şiir atının üzerinden tarihe atılan okun bir çocuğun hangi geleceği kucaklaması gerektiğini dile getirdiğini gördüm. Bu şiiri okuduktan sonra Evin’imizin Pegasus sırtında değil, şiir atının yelesinde geleceğini arayacağını düşündüm. Evin’in şahsında tüm çocukların üretken, verimli yaratıcılıkla doğal ve toplumsal güzellikleri çoğaltacakları gelecek düşlemimizi çarpıcı imgeleriyle canlandıran Mete Alpsar dostumuzun yüreğine, beynine ve kalemine sağlık diliyorum.
Olympos’un Tilkisi
Bir gece vakti öyküler dile gelir
yaşlı tarihin surlarında
Bir çocuk geleceği
bir tilki geçmişi kucaklar
Göz göze gelirler tarihin tanıklığında
Olympos Tanrıları
tutuşturur dağları meşaleleriyle
Çıralı yamaçlar tarihin yolunu Yanartaşlarla aydınlatır
Işıldakların gölgelerinde
bir çift göz saklanır
korkak ve kurnaz
Ardında samur kuyruğunun güzelliği savrulur
Karnını doyurmaktır
yavrusuna süt taşımaktır muradı
Kaç bin yıllık söylencelerin kanyonunda
geleceğe koşar Ulupınar Deresi
Hiç durmadan
Beydağlarının sessizliğini kumsala taşır
Mitolojik Carettalar Ulupınar’ın serinliğiyle beslenir
Likya yurdunun
Yanartaşlarının sıcaklığında
bir Pegasus uçar
Sırtında Evin Kız oturur
simsiyah gözleriyle
Olympos’un Tilkisini arar
İkisi de yeniden
göz göze gelecekleri günü
umutla bekler
Mete Alpsar
13 Ağustos 2025