Meral Tabakoğlu TOKSOY


Ölüm ve Yaşam (Organ Bağışının Önemi)

Meral Tabakoğlu TOKSOY


Ölüm hepimiz için tatsız ve konuşmak istemediğimiz bir konu ama her canlının tadacağı, kimseye iltimas geçilmeyen bir durum. 

Yaşımız ilerledikçe ölümü daha yakından tanıyor, daha sık hatırlamak zorunda kalıyoruz. Bu hatırlatmalar kat ettiğimiz yolu fark etmemizi sağlayan birer ikaz lambası aslında. Ne var ki bu ikazları dikkate aldığımızı söylemek biraz zor. Zira henüz cenaze merasimindeyken bile oradan çıkınca yapmamız gereken işleri düşünüp, planlar yapıyor ve hayat gailesine son sürat devam ediyoruz. Böyle yapmakla bir yandan iyi yapıyoruz ama öte yandan hayatın tek bir saniyesinin bile israf edilmemesi gerçeğini fark etmiyoruz. Sevmeden, öğrenmeden, birilerine yararın dokunmadan, gülmeden, hayal kurmadan ve o hayallerin peşinde koşmadan harcanan her anın boşa geçtiğini kaçımız kabul eder ki… 

Yaşamını kaybeden birinin ne hissettiğini bilmiyoruz ama geride kalanların çektiği acıyı yaşıyor veya yaşayanları görüyoruz. Kaybettiğimiz her kimse elimizde sadece birlikte yaşadığımız mutluluklar kalıyor. İyi ki dedirten, avunduğumuz anılar…

Sıramızın ne zaman geleceğini bilmezken, hayat mı bizimle biz mi hayatla “Rus Ruleti” oynuyoruz orası karışık. Ve sonuçta belli bir zamana kadar kalıyor veya pat diye gidiyoruz…  
Hakkı verilerek yaşanan bir ömür, armağan edilen hayata en güzel teşekkür olabilir.

Ölümü, hayata bakışımız ve dini inancımıza göre farklı algılayabiliriz. Kimimiz her şeyin sonu olarak tanımlarken, dinimize göre (İslam dini) ise yeni bir hayatın, ahiret hayatının başlayacağı ve amelimize göre cennet veya cehenneme gideceğimizdir. 
Ölüm ve sonrası bilimin de ilgi alanı içinde olsa da kesin bir şey söylenemiyor. Bir süreliğine kalbi durup elektro şokla geri dönenler veya öldüğü sanılıp morga konulanlar üzerinde araştırmalar yapılmış. Ne yaşadıkları ne hissettikleri sorusuna çoğunluğun verdiği bilgi; beyaz bir ışığın yanı sıra huzur ve güven hissettikleri doğrultusunda iken, yüzde on kadarı ise; karanlık içinde, korku ve acı duyduklarını söylemiş. 

Ne kadar doğru ne kadar gerçeği yansıtıyor veya bu bilgiler bizim için ne ifade ediyor orası bilim insanlarının ve din adamlarının yorumuna bağlı…

Çoğumuzu ölüm kadar korkutan diğer şey ise “Unutulmak!”   Göçüp gittikten sonra bile sevgi ve saygıyla yad edilmeyi arzu ediyoruz. Bu anlaşılabilir ve insani bir duygu. Herkese nasip olmasa da yüzyıllar hatta binlerce yıl önce yaşadığı halde hatırlanan, hatta yaşadığı dönemden daha iyi tanınan filozoflar, devlet adamları, şairler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanları, ozanlar, bıraktıkları eserlerle ve insanlığa sundukları yararla anılmaya devam ediyor.

Nurullah Ataç, Ahmet Haşim’i anlattığı bir yazısında; “Bir insan kendi ölümü ile değil, kendisini sevmiş yahut tanımış en son insanın da toprağa düşmesiyle ölür.” diyor ama ölümünün üzerinden neredeyse yetmiş yıl geçmesine rağmen kendisinin hala hatırlanıyor olması onu tanıyan son kişinin toprağa düşmediğinden midir?

Arkamızda bıraktığımız sevenlerimiz ve tanıdıklarımız da peşimizden geldiğinde, geride iz bırakacak bir şey yapmamış olabiliriz. Bu herkese nasip olmaz ama çok önemli bir şey var ki neredeyse her insan yapabilir. Öldükten sonra toprak olup çürümesin diye bağışlayacağımız organlarımız…

Organ bağışının önemini bilmemize rağmen bu konu gündemde tutulup gereken önem verilmiyor. Bununla ilgili bir haberi en son ne zaman izledim hatırlamıyorum.

Oysa, siyasilerin söz düellolarından, tehditlerinden, yakışıksız üsluplarından gına geldi hepimize.

Artık didişme değil tüm siyasilerden insana yaraşır, yaşam vadeden projeler, girişimler, icraatlar görme zamanı.

Uzun yıllar önce hastaneye gittiğimde giriş kapısının yanına konulmuş bir masada, organ bağışı konusunda bilgilendirme yapılıyordu. Bu konudaki kararımı daha önce vermiştim zaten. Orada verilen ek bilgilerden sonra doldurmam gereken bir kart verildi. Vermek istediğim organları işaretledikten sonra cüzdanıma yerleştirdim. O günden beri cüzdanımda geziyor. Geçen gün aklıma gelince kaç yıl olmuş diye baktım ama doldurulan tarih yazılmamış. 

Hayatını kaybeden bir kişinin kaç can kurtarabileceğini aşağı yukarı biliyoruz ama konu sık sık gündemde yer almadığından unutuluyor.

Sağlıklı Türkiye Portalı sayfasının verilerine göre; Kasım 2024 itibarı ile yaklaşık 35 bin kişinin organ bağışı beklediği bilgisi veriliyor.  

Organ bağışının hayati önemini vurgulayan kamu spotlarının tüm kanallarda zorunlu olarak yayınlanıp, farkındalık yaratılması zor olmasa gerek.

Çekip gittiğimizde hiçbir işimize yaramayacak, fakat başkalarına hayat verecek olan organlarımızı bağışlayalım. Mutlaka bir kart doldurmaya da gerek yok sanırım. Yakınlarınıza vasiyet etmeniz bile yeter diye düşünüyorum. Siz yine de sağlık kuruluşlarından bu konuda bilgi alın derim.

Ölüp giderken bundan daha anlamlı bir final olur mu?