Geçen haftaki yazımda kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde uygulanan demokrasinin yani yasama, yürütme ve yargı üçgeni şeklindeki yönetme sisteminin artık kapitalizmin tekelci dönemine uygun olmadığını yazmıştım.
Parlamento, yargı ve yürütme üçgeni tekellerin piyasada serbestçe at oynatmasına engel olduğu gibi onlar adına sistemi yönetenlerin de işini zorlaştırmaktadır. Pazara egemen olmak isteyen tekelci firma parlamentodan yasa çıkarmak, mahkemelerle ve hükümetlerle uğraşmak yerine tek adamla işi bitirmek daha çok işine gelmektedir. Bu nedenle tekelci kapitalizme uygun olan yönetim sistemi bütün kararların tek kişi tarafından verilip imzanın da tek kişi tarafından atılmasıdır. İşte tarihte Musolini ve Hitler gibi faşistlerin iktidara gelişleri tam da tekelci kapitalizmin yayılma dönemine denk gelir. Bu dünyadaki enerji ve pazar alanlarını tek başına ele geçirme ve yönetme hırsından dolayı dünyayı kana bulamaktan çekinmediler.
Avrupa’da entelektüellerin 2. Dünya Savaşı'ndan sonra “faşizm bir daha yaşanmaz, burjuvazi büyük acılar pahasına gerekli dersi aldı” diye yazmalarına karşın bugün faşist liderlerin sesi Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan Afrika’ya, neredeyse yetmiş yıldır çıkmadığı kadar çok çıkıyor. Faşizmin acılarını en çok yaşamış İtalya, Almanya, Polonya, Fransa gibi ülkelerde bile bu eğilimler artmaktadır. ABD de iktidara yeniden Trump’ın sağa sola tehditler savurması ve toprak talepleri bu açıdan değerlendirilmelidir.
Şimdi faşizmin acılarını yaşamış olan insanlar neden tekrar aynı ideolojinin peşinden giderler? Sorusunu sorduğumuzda burada tekelci burjuvazinin egemen olduğu iletişim araçlarıyla ve sermaye gücüyle halkı buna hazırladığı akla gelir. Kapitalizm devrevi bunalımı nedeniyle yoksullaşan halkı da otoriter liderler arkasına alır. Hatırlanacağı gibi Hitler ekonomiyi askerileştirerek, işsiz bıraktığı işçilere hem silah fabrikalarında hem de savaş meydanlarında iş alanı açıyordu. Böylece halkın desteğini arkasına alıyordu.
Burjuva demokrasisi işçi sınıfı açısından elbette otoriter tek adam yönetimlerine tercih edilir bir yönetimdir. Ama bu yönetim biçimi ne kadar demokratik olursa olsun işçilerin payına düşen ücretli köleliktir. İşçiler bu sistemde iktidara gelebilirler mi? Geçen haftaki yazımda Almanya’da milyonlarca üyeye sahip olan Sosyal Demokrat ve Komünist partilerin Nazilerin iktidara gelişini önleyemediklerini yazmıştım. İngiltere ve bazı ülkelerde İşçi Partisi adıyla iktidara gelen partiler oldu. Ama bunların hiçbiri işçi sınıfını iktidara taşımadı. Polonya’da işçiler Komünist partinin iktidarında Dayanışma Sendikası grevlerle yönetime gelip hükümet kurdu. Ama işçi sınıfının iktidarını kuramadı. Çünkü önderleri sendikacı Lech Walesa kapitalist yolu seçti. Buradan çıkaracağımız ders işçi sınıfı için tek kişi liderliği ve parti değil sınıf sendikası önderliği ve sınıfı sömürüden kurtaracak politika gereklidir.