Meral Tabakoğlu TOKSOY


ÖVGÜ ve “REZONANS KANUNU” KİTABI ÜZERİNE

Meral Tabakoğlu TOKSOY


Övmeyi TDK şöyle açıklıyor: Birinin veya bir şeyin iyiliklerini, üstünlüklerini söyleyerek değerini yüceltmek, methetmek, sena etmek, yermek karşıtı.

İnsanoğlu ilgiye, alakaya, övgüye, sevgiye ihtiyaç duyan bir canlı. Ben bugün övgünün üzerimizde yarattığı etkiye değinmek istiyorum. Övmeye de övülmeye de çok alışık olmadığımızı düşündüğümde, yüceltilmeye değer, meziyet sahibi birini övmek, doğal bir durum olmalıyken neden zorlandığımızı anlayamıyorum.

Kimi zaman kıskançlıktan, bazen umursamazlıktan, bazen de övgüye layık olan kişileri tanımayıp, hafife alışımız etkenler arasında diyebilirim.

Çevresine, insanlığa katkı sunanları, gecesini gündüzüne katan bilim insanlarını, edebiyat ustalarını, sanatçıları, ülkesi için çalışan emek veren (az da olsa) devlet adamlarını ve daha nicelerini ölmeden önce övmeyi, onurlandırmayı, hakkını teslim etmeyi, genellikle bilmiyoruz.

Övgü hayatın her alanında, herkese karşı yapılabilir ve yapılmalı da. Bunun için, İlle de çok büyük başarılara imza atmamız, atomu parçalamamız da gerekmiyor.

Takdir edilmeden yaşayan çoğu insan kapasitesinin farkında olmuyor ve kendine yabancı yaşıyor. Şu anda okumakta olduğum, “Rezonans Kanunu” isimli kitap bunun nedenine dair açıklamalarda bulunuyor.

Kitabın yazarı Pıerre Franckh, seminerlerinde şahit olduğu durumu şöyle anlatıyor. Katılımcıları dörtlü gruplara ayırıp, bir dakika boyunca kendilerine dair muhteşem ve inanılmaz olan şeyleri karşısındakilere anlatmalarını istiyor ve her seferinde aynı tepkileri alıyor. İlk anda insanların neredeyse korkuya kapıldığını ve bu duruma kendisinin alışkın olduğunu anlatırken; daha kötü olan, bizi korkutan şeyler hakkında çok fazla bilgiye sahip olmamız ve bu konu hakkında saatlerce hatta günlerce konuşabileceğimiz. Ama kendimizle ilgili muhteşem ve sıra dışı şeyleri anlatmakta zorlanıyoruz diyor. (Doğrusunu isterseniz son birkaç yıldır başarılı olduğuma inandığım konularda bile kendimi takdir etmeye ve yakınlarımla bunları konuşmaya yeni başlamış biri olarak, bunun yadırganacağı ve zor kabul göreceği düşüncesinde olsam da yararlı olduğu daha ağır basıyor)

Bir süre sonra katılımcıların gülmeye başladığını, gülme dindikten sonra güvensizlik ve kararsızlık içinde bocaladıklarını bunun başkalarının karşısında kendi niteliklerini vurgulamanın kolay olmamasından kaynaklandığını ekliyor. Bunların ardından da odada bir canlılık başladığını, kişilerin birbirlerine başarılarını anlatırken en açık hale geldiklerini gözlemliyor.

Pıerre Franck burada gerçekleşen olayı, katılımcıların kendilerine dair iyi olduğunu düşündükleri şeyleri anlatırken, zaten içimizde olan öforik ruh hallerinin (öfori, aşırı abartılı mutluluk duygusu. Anormal derecede aşırı mutlu olma hali) yükselmesine dikkat çekiyor. Bu muhteşem enerji serbest bırakıldığında insanlar kendini hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu. Bu deney türündeki çalışmalar gösteriyordu ki insanların iyi yanlarını konuşmaları, bizlere öğretildiği gibi yadırganacak, ayıplanacak bir durum değildi. Aksine ruhsal olduğu kadar bedensel sağlık üzerinde olumlu etkileri olduğu deneylerle de kanıtlanmış oluyordu.

Birbirimizin eksiklerini, hatalarını yüzüne vurmak yerine başarılarını, yeteneklerini, becerilerini, insanlığını konuşmak zor olmamalı artık. Başardığımız şeylerin farkına vardıkça yeni yeni başarılara imza atabiliriz ve bunda sizin de katkınız olduğunu bilmek her iki taraf için de olumlu sonuçlar doğurabilir… (zararı olmadığı kesin)
Resonans Kanunu kitabının konusu, düşüncelerimizin hayatımıza olan etkisi. Kısaca anlatmak gerekirse, “Sen düşüncelerinin eserisin!” diyor. Bu duruma gülüp geçen, hatta alay edenler kadar bunun gerçekliğini kabul edenler de az değil artık. Yıllar boyu dilimizde dolaşan bazı deyimler bu tezi destekler nitelikte. Mesela;

“Aklına gelen, başına gelir!”

“İyi düşün iyi olsun”

“Korktuğu başına gelmek!” gibi.

Amerikalı düşünür ve yazar, Ralph Waldo Emerson ise; (1803-1882) bir insan bütün gün ne düşünüyorsa kendisi de odur! diyerek, düşüncelerimizle şekillenip, o yönde var olduğumuza dikkat çekiyor. Mademki düşüncelerimiz hayatımızı bu kadar etkiliyor ister inanalım ister inanmayalım ne çıkar. Hiçbir yan etkisi olmayan olumlu düşünceler ve davranışlarla hem kendimizin hem de yakınlarımızın hayatına ışık olabilme ihtimali az şey mi?  İyi düşünün iyi olsun diyelim…