Emek mücadelesinde grev, işçilerin yasal demokratik hakkıdır.
Tüm yollar tıkandığında, deniz bittiğinde başvurulacak son çaredir.
Özçelik- İş Sendikası örgütlü olduğu Yolbulan Haddehanesinde bu şartlar oluştuğunda grev kararı aldı.
20 Haziran günü, Genel Merkez Yöneticileri ve Şube Yönetimi ve iki yüz işçinin katılımıyla iş yeri kapısına “Bu iş yerinde grev var” pankartını astılar ve grev çadırını, grevci işçilerin ve destekçilerin katılımıyla davul zurna çalarak, halay çekerek, çoşkuyla kurdular.
Genel Başkan ve Şube Başkanı, istedikleri ücreti alana kadar direneceklerini, grev boyunca maddi ve manevi olarak işçinin yanında olacaklarını belirtiyorlar.
Körfez Bölgesindeki haddehanelerin çoğunluğu sendikasız işçi çalıştırmasına rağmen, Özçelik- İş Sendikası Yolbulan Haddehanesinde 2016’dan bu yana yetkili. İşçilerin çoğunluğu fabrika kurulduğundan bu yana çalışan işçiler. Alanlarında ustalaşmış, kalifiye elaman olmuşlar. Sendikalı olmalarından dolayı kendilerini şanslı görüyorlar. O tarihden bu yana yapılan toplu sözleşmelerle alınan ücret ve sosyal haklar hep asgari ücretin üzerinde olmuş. Yılbaşı öncesi on üç bin lira olan ücretleri, asgari ücrete yapılan artışla 19. 500 Tl olmuş. İşverenle yapılan görüşmelerde işveren yüzde elli zam teklifi yapmış, sendika ise net 30 bin TL, ikramiyenin 90 güne çıkarılmasını istiyor.
Grevler genelde tarafların ücret politikasın da anlaşamamalarından kaynaklanmaktadır.
Doyumsuzdur bizde işverenler. Az ücret vererek, çok çalıştırarak, sermayesine sermaye katarak işverenliğini sürdürür.
Grevi destek amacıyla gittiğimde, işçilerin grevi sürdürmede kararlı, sendika yöneticilerin greve sahiplendiği görülüyordu. Bir ara 1989 İsdemir grevine gittim. Çalışan işçilerin çoğunluğu İsdemir emeklilerinin yakını. İsdemir grevini iyi biliyorlar. “Siz bir ton demir dediniz aldınız, bizde otuz bin lira diyoruz. Ama onu da çok görüyorlar, şu hayat pahalılığında, şu çalışma koşullarında. Utanmasalar boğaz tokluğuna çalışın diyecekler. Şu çalışma koşullarımız, aldığımız ücret, ne Allah’ın adaletine, ne de kulunun vicdanına sığar. Grevi bu şartlar karşısında isteyen işveren oldu. Kendince mutlak bir hesabı vardır. Onun olduğu kadar bizimde hesabımız var. Ölmüş eşek kurttan korkmaz derler. Kaybedecek bir şeyimiz yok. Pandemide ölmedik, depremde çok şükür kurtulduk, grevde mi öleceğiz?” diyorlar.
Özçelik-İş, grev geleneği olan bir sendikadır. Geçmişte Çelik- İş olarak İsdemir’de yaptığı grev günümüzde hala konuşulmakta. İşçilerin kararlılığı karşısında geri adım atacaklarını zannetmiyorum.
Bir iş adamı, “zenginin parası zengine, fakirin parası fakire yetmez” demiş. Yolbulan işçileri otuz bin lira da alsa bu hayat pahalılığı karşılığında bu ücretin yetmeyeceğini biliyorlar. Çarşının, pazarın enflasyonu, kapılarına tutkal gibi yapışmış. Hangi işçi bu ücretle normal bir yaşam sürer, bu hayat pahalığı karşısında? İşçiler ve sendika,ülkemizde asgari ücreti düşündüklerinde, asgari ücret altında çalışanları bildiklerinde, yaşanana işsizlik sorunun gördüklerinde sendikalı işçi olarak daha gerçekçi düşünerek, toplu sözleşmelerde olacağını ve olması gerekeni istemekteler. İşçinin ve sendikanın bu hesabı yaparak talep ettikleri iyi niyet ücreti, işverenden göremiyorlar. Belli ki onların parası gerçekten yetmiyor. Durumları işçilerden daha kötü diyesi geliyor. Ne var ki, üç vardiya, gece gündüz çalışan, durmadan üretim yapan,ambarlarda stoklanan, satış için tırların sıra beklediği bir iş yerinde insanın böylesi bir işverene acıyası, elindekini bile veresi geliyor. “Cimri aklını kaçırmış bir kapitalisttir, kapitalist ise aklı başında cimridir.” Sözü belki de iş adamlarımızın bir çoğunu en iyi anlatan söz olsa gerek.
Sermayeyi yaratan emeğin değerlendirilmesi ve ölçülmesi konusunda, işverenler önemsemez bir tutum izlemekteler. Keyfi davranmaktalar, vicdansız hareket etmekteler, hak, hukuk adalet tanımamaktalar. Paranın gücünü, tüm güçlerin üstünde görmekteler. Ne var ki o parayı yaratan, zenginliği ortaya çıkaranın emek olduğunu görmemekteler. Sermaye biriktirilmiş emektir. Sermayeyi yaratan emek, emek olarak ölçülmesi gerekmektedir. Ne var ki işçi ne kadar çok üretirse o kadar yoksullaşıyor, işverende bir o kadar zenginleşiyor.
Nasrettin Hoca samana zam gelince çare arar. Bir balya yerine yarım balya verir eşeğine. Zaman geçince eşeğe baktığında bir değişiklik yok çalışmaya devam ediyor. Hoca hesap kitap yapar, günden güne verdiği samanı azaltır. Sonunda hesaba oturur. Ne kadar masraf ediyormuşum diyerek serzenişte bulunur. Bir sabah kalktığında eşeğin öldüğünü görür. Hüzünlenir eşeğin başında. “Tüh! Biraz daha dayansanda sana aç karnına çalışmayı öğretecektim” der.
"Ne karınca zayıf olmakla aç kalır, ne de aslan pençesinin zoruyla karın doyurur." Sadi.