Müslüm KABADAYI


PALMİRA: SURİYE’NİN İNSANLIĞA ARMAĞAN ETTİĞİ KENT

Müslüm KABADAYI


İnsanın toplum aşamasına geçtiği dönemden bu yana toplumların gelişimi, evrim-devrim diyalektiğiyle sağlanmıştır. Sanayileşme öncesi, diğer deyişle kapitalizm öncesi toplumsal devrimlerin en hızlı geliştiği coğrafya Ön Asya olmuştur ve Suriye de en çok öne çıkan bölge özelliğini korumuştur. Bu açıdan Suriye’nin binlerce yıllık birikimine baktığımızda bu özelliğinin timsali olan kent Palmira’dır. Birçok uygarlığın 5 bin yılda tabakalaştığı Tadmur da denilen ve 2015 yılında emperyalist devletlerin maşası olarak kullanılan IŞİD tarafından tahrip edilmesiyle birlikte insanlığa bağışlanan bu kentin görkemli kalıntıları ne yazık ki bugün bulunmamaktadır. Ancak, kendisiyle Ağustos 2002’de Tedmur Müzesi’nde tanışma olanağı bulduğum büyük yurtsever arkeolog Halid Esad öncülüğündeki bilim insanları tarafından tarihe mal edilen çalışmalarla geleceğe taşınacak olan uygarlıklar merkezinin tüm toplumlara yeniden yeniden tanıtılmasında yarar görmekteyim. Hele 8 Aralık’tan bu yana yeniden yağma ve yıkıma sürüklenen Suriye gerçeği dikkate alındığında bu çok daha önemlidir. 2002’den itibaren Türkiye’de birçok kentte slaytlar eşliğinde tanıttığım “Yara(r)lı Kent: Palmira”yı güncel olarak Ehlen Dergisi okurlarıyla paylaşmak istiyorum.
  
“BİLİM ve FELSEFE KENTİ” ANLAMINA GELİYOR

Kentler vardır, uygarlıklar beşiğidir. Kentler vardır, kültür-sanat ve bilim merkezidir. Ve kentler vardır, geleceğin ışığını toprağında sentezler. Palmira, diğer adıyla Tedmur, bu üç özelliği de adının anlamında taşıyan bir kenttir.
Palmira, kimilerinin söylediği gibi “palmiye kenti” demek değildir. Burada konuşulan en eski dillerden Hurricede “Pal”, “bilmek” demektir. Dolayısıyla Palmira’nın,  “bilim kenti" anlamında kullanıldığı anlaşılıyor. Aynı biçimde kentin diğer adı olan Tedmur, Arapça “temir”, yani “hurma" sözcüğüyle ilgili değildir. Çünkü, “tad” Hurricede “sevmek” anlamına gelmektedir ve binlerce yıl önce bu kente Hurrilerin, bilim ve sevgi kenti anlamını vermeleri çok anlamlıdır. Açıkçası, M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren bu kentin temel kültürüyle temasa geçen Helen kültürünün “filosofia” sözcüğünü antik çağda öne çıkarmasında Palmira-Tadmur’un payı büyüktür. Bu bakımdan Palmira-Tadmur, günümüzdeki kentleşme modelinin nasıl olması gerektiğine ışık tuttuğu kadar, tarih içinde farklı kültür ve uygarlıkların sentezlenme biçimi bakımından da örnek alınması gereken bir birikime sahiptir.

İPEK YOLU'NUN EN BÜYÜK DURAĞI

Bilindiği kadarıyla Akdeniz’le Mezopotamya arasındaki İpek Yolu’nun en büyük durağı Palmira olmuştur. Burada kurulan büyük agora (Araplar “suk”, Persler-Farslar “bazar” demişlerdir.) ve kervansaraylar, kervanlarla yapılan ticaretin gelişmesinde rol oynamışlardır. Çin ve Hindistan’dan gelen ipek, baharat ve diğer mamuller, Palmira’nın agorasında değerlendirilip Akdeniz ya da Anadolu üzerinden Avrupa’ya taşınmıştır. İpek Yolu’nda bir karmaşa çıktığında güzergah, Ürdün’de bulunan Petra kenti üzerinden Kızıldeniz kıyısını takip ederek Hindistan ve Çin’e kadar devam etmiştir. 
M.Ö. 1800’lerden itibaren yazılı kaynaklarda adı geçen Palmira ya da Tadmur’un önemli özelliklerinden biri de yerli mitolojik tanrılar yanında Mezopotamya, Mısır ve Yunan-Roma tanrılarını sentezlemiş olmasıdır. Kenani toplulukların tanrısı olduğu söylenen “Balşamin” adına yapılan tapınağın binlerce yıl ayakta kalması yanında “Bel” tapınağının da uzun yıllar burada korunması çok önemlidir. Ayrıca, kenti oluşturan dört önemli semt ve bu semtlerdeki dört büyük tapınak, site devlet modelinin sürdüğü dönemde site demokrasisinin güçlendirilmesi sayesinde ciddi bir çatışma yaşanmadan varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Burada altı çizilmesi gereken nokta, din-ticaret ilişki biçiminin Tadmur’da M.S. IV. Yüzyıla kadar özgünlüğünü koruyarak güçlenmesidir."

İŞGALE KARŞI DİRENİŞ SEMBOLÜ

Roma’nın bu toprakları işgaliyle başlayan kolonicilik dönemi, Palmira için geriye gidiş anlamına gelmiştir. Bunun farkına varan ve M.S. 260’larda yönetime gelen Odenat, Roma’yla uyumlu biçimde kolonileri bir araya getirir. Doğuda Perslere karşı başarılar elde eden Odenat, Anadolu’ya düzenlenen bir sefer sırasında yeğeni tarafından öldürülünce, Palmira’da yeni bir dönem başlar. Bir yandan, doğudan Sasanilerin, diğer yandan batıdan Romalıların boy hedefi haline gelir.

Yeni ticaret yolarının geliştiği döneme kadar, İpek Yolu üzerindeki ticari konumu ve dışarıdan gelen toplulukların burada kaynaşıp kentte sürekli yenilenen bir kültür oluşturması, Palmira-Tadmur’un gelişim dinamiğini belirlemiştir. Bu iki özelliğin, M.S. III. yüzyılda buranın yöneticisi olan Kraliçe Zenobya tarafından Roma sömürgeciliğine kafa tutup bağımsız bir toplumsal sistem oluşturma başarısına büyük katkı sağladığı görülmektedir. Bugün ders alınması gereken özelliklerinden birisi de budur. Çünkü, hem bir kadının başkanlığında bölgedeki Roma kolonileri bir araya gelerek sömürgeciliğe başkaldırmışlar hem de Palmira'yı çok kısa sürede Ön Asya'nın kültür-sanat ve bilim merkezi haline getirmişlerdir. Aynı durumun, tam 1000 yıl sonra Halep’te gerçekleştiğine tanık oluruz. Ortadoğu’da ezilen halkların, işgalci güçlere karşı direniş sembolü olarak önemsedikleri Selahattin Eyyubi’nin yeğeni olduğu söylenen Deyfe Hatun da, XIII. yüzyılda işgalcilere Kuzey Suriye’de yaşayan Arap-Türkmen-Kürt halklarını birleştirerek direnmiş ve Halep merkezli bir konfederal yönetim oluşturmuştur. Bu iki kadın lider, bu toprakların tarihine ve kültürüne karşı oryantal bakışlı algı operasyonunun ne kadar akıl dışı olduğunu göstermektedirler.

KENT ESKİ GÖRKEMİNE BİR DAHA KAVUŞAMADI
Palmira, M.S. III. yüzyıldan itibaren “Çölüngelini”, 267-272 yılları arasındaki tarihsel olaylara, kültür ve sanatın gelişimine damgasını vuran bir kadın önder olarak da Kraliçe Zenobya’nın adıyla anılmaya başlanmıştır. Zenobya’nın da “Çölün Kraliçesi” olarak betimlendiği bir dönem başlamıştır. Bu dönemde, Mezopotamya, Anadolu ve Mısır’dan Palmira’ya gelen ya da getirilen bilim ve sanat insanlarının yaptıkları çalışmalarla, başta ordu olmak üzere bütün alanlarda çok hızlı bir gelişme kaydedilmiştir. Doğu Akdeniz’de Roma egemenliğine son verecek bir aşamaya gelince de çatışma kaçınılmaz olmuştur. İki kez Roma ordularını yenen Palmira kuvvetleri, üçüncüsünde İmma’da (bugünkü Reyhanlı) yapılan savaşta yenilgiye uğrayınca dağılmış, ardından Palmira yağmalanmıştır. Esir alınan Zenobya’yla ilgili de iki rivayet günümüze kadar gelmiştir. Birinci söylence, esir düşmemek için parmağındaki yüzükte sakladığı zehri içerek intihar ettiğine dairdir. İkincisi de Roma’ya götürüldüğüdür. Söylenceler farklı olsa da 273’ten sonra bu tarihi kentin eski görkemine bir daha kavuşamadığı acı bir gerçektir. Bunun bilincinde olan Antakyalı genç şairlerden Özenç Esen, “Palmira/Zennübe” başlıklı şiirinde Tedmur’u şöyle imlemektedir:

“yalın küçük ayaklar / kınaları parmak uçlarına uzanan / kargış örselenmiş ahengi yenginin / gözlerine inen perde şakayık dinginliği / kanayıverdi ülke sonra / çıt çıkarıyordu zangoçlar / yırtarak sessizliğini tedmur’un / kervanlar seğiriyordu ardından / kan kusuyordu gülü bülbülün”

ÖN ASYA’NIN YARA(R)LI KALBİ PALMİRA

Bu şiirdeki “kanayıverdi ülke sonra” dizesi, 2011’den beri emperyalist işgal ve bölgesel iç savaş nedeniyle oluk oluk kanayan Suriye’yi imlemektedir. Kanayan bir ülkenin yaralarını saracak tarih, kültür ve sanatına yurtseverlik bilinci ve bilim ahlakıyla merhem olmaya çalışanlardan Halid Esad, ölümüyle de insanlığa ders vermiştir. Tadmur doğumlu olan arkeolog, ömrünün 50 yılını, doğduğu kentin tarihi ve kültürel değerlerinin gün ışığına çıkarılmasına adamıştır. Yaptığı kazılar ve yayınlarla BM tarafından kültür mirasına alınmasına katkıda bulunarak Palmira’nın bir bakıma sembolü olan Halid Esad’ın, 11 çocuğundan birinin adını Zenobya koyması da çok anlamlıdır. Özenç Esen’in şiire koyduğu başlıkta geçen “Zennübe” sözcüğü, Hatay yöresindeki önemli bir halk oyununun adıdır ve bir iddiaya göre kökeni Kraliçe Zenobya’ya kadar dayanmaktadır. Ayrıca, kimi dilcilerce bugün Arap, Kürt, Türk ve Farisilerde sık kullanılan Zeynep adının da Zenobya’dan geldiği iddia edilmektedir.

Bugün Ortadoğu’nun yaralı kalbi durumundaki Palmira-Tadmur’un, Batılı emperyalist ülkelerin ve İsrailli Siyonistlerin boy hedefi haline gelmesinde, yukarıda özetlemeye çalıştığımız insanlık tarihi açısından önem taşıyan nitelikleri etkili olmuştur. Bu niteliklerin farkında olan Halid Esad da hunharca katledilmeyi göze alarak bu nitelikleri son nefesine kadar savunmuştur.  O, Suriye devlet yöneticilerinin ısrarlarına karşın, Mayıs 2015’te katil sürüsü IŞİD tarafından işgal edilen Palmira’dan ayrılmamıştır. Sömürgeci devletlerin adına bölgedeki ülkelerde bulunan tarihi eserleri yağmalama, petrol kuyularını holdinglerin kasalarını şişirmek için akıtma işlevi gören IŞİD, 82 yaşındaki Halid Esad’a işkence yapmış, istediğini alamayınca da öldürerek cesedini kentteki tarihi bir amuda asmıştır. Doğduğu ve 50 yıl emek verdiği Tadmur’u ölümüne savunan bu bilim insanın ortaya koyduğu tavır, insanlık tarihine altın harflerle yazılacaktır. Ağustos 2002’de kendisini Palmira’da tanıma olanağı bulduğum Halid Esad’ın derslerle dolu bu tavrını, bir öyküyle ölümsüzleştirmek istedim. 2017’de basılan öykü kitabımdaki “Çölüngelini” onun öyküsüdür ve Dünya’nın tüm yurtsever ve bilim ahlakına sahip insanlarına adanmıştır.

TARİHİ-KÜLTÜREL YAPITLAR YAĞMALANDI
Evet, Palmira-Tadmur gibi kentlerin, Fransız-İngiliz ve ABD emperyalistlerince nasıl işgal edildiğini ve petrol başta olmak üzere yer altı zenginlikleriyle tarihi-kültürel yapıtlarının nasıl yağmalandığını “Tuz Şehirleri” adlı beş ciltlik romanında anlatan Arap edebiyatının büyük romancısı Abdurrahman Munif’i de anmak gerekir. Samandağlı dostumuz Semih Özal tarafından bir romanı “İhtiyara Suikast” adıyla çevrilip Yenihayat Yayınevi tarafından yayımlanan Abdurrahman Munif’in estetik biçimde betimlediği emperyalizmin sömürgeci ve işgalci niteliğinde  makas değişikliği yaptığı son stratejisine işaret etmekte yarar var. O da şu: 1950’lerde uygulamaya koydukları bu strateji, 1990’lardan – Sovyet sisteminin çözülmesinden– itibaren yoğunlaştırılarak gerçekleştirilmektedir. İşgal edilen ülkelerin, kentlerin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin emperyalist merkezlere aktarılmasında, tarihi eser kaçakçılığını yasal mevzuatlarla meşrulaştırmışlardır. ABD, İngiltere ve Avrupa ülkelerinde bu dönemde büyüyerek artan özel müzelerde, Irak ve Suriye’den kaçırılan eserler ticarileştirilmiş olarak sergilenmektedir. Bu eserlerin ticaretinden sermaye birikimi sağlayanlar arasında büyük holdingler vardır. İnsanlık adına büyük utancın somut örneğidir bu.

Stratejinin ikinci önemli ayağı, işgal edilen ülke ya da kentlerde yetişmiş çok değerli bilim, kültür ve sanat insanları göçertilerek emperyalist ülkelerin ucuz beyingücü haline getirilmiştir. Buna karşı çıkan yurtsever ve sosyalist bilim, kültür ve sanat insanlarının binlercesinin de öldürüldüğü ortadadır.

Sermayenin dolaşımının ne anlama geldiğini çıplak biçimde gösteren bu stratejiyi tarihin çöp sepetine atmanın zamanı çoktan gelmiştir. Bunu ezilen halklar, sömürülen emekçiler mutlaka başarmak zorundadır. Yoksa, emperyalist sermaye insanlığın tüm birikimlerini yok edecek son savaşa doğru yelken açmış durumdadır. “Yaralı Tadmur-Palmira”yı, yeniden “Yararlı Tadmur-Palmira”ya dönüştürmekle işe başlayabiliriz.