Meral Tabakoğlu TOKSOY


PARALEL EVREN

Meral Tabakoğlu TOKSOY


Google’de bir şeyler ararken Stephen Hawking’in, “Paralel Evren” üzerine yazdığı en son makalesi dikkatini çekti. Belki de kendine sorup durduğu soruların cevabı burada yatıyordu. Kim bilir…

Başka başka evrenlerde yaşayan ileri medeniyetler vardı da onun payına bu ilkel dünyada yaşamak mı düşmüştü… İçinden çıkamadığı, aklının almadığı olaylara şahit oluyor, günden güne değer verdiği her şeyin bataklığa gömülmesini çaresizce izliyordu… Bu çaresizlik kaçma uzaklaşma hissini depreştiriyor ama yine de ne gidebiliyor ne de tüm kalbi ile bulunduğu yeri kucaklıyordu… Aidiyet duygusu pamuk ipliğine bağlıydı ve bu değişim hem canını yakıyor hem de hırçınlaştırıyordu. Zaman zaman belki de sıklıkla kendi kendini sakinleştirmeye çalışırken yakalıyordu. Aden'i hak ettiğine yürekten inanmakla, bu inancının desteğe ihtiyacı olduğunu biliyordu.
Ben kimim? Burası benim ülkem mi? Bu koca ülkeyi, dünyayı bize kimler dar ediyor? Ya da bana mı dar geliyor sorularına tatmin edici cevap bulamıyordu. 

Son günlerde değil, son haftalarda, son yıllarda da değil, uzun yıllardır, belki de her daim devam eden bir keşmekeşin içinde değil miydi çoğu insan? Öğrenilmiş çaresizliğin içinde, alternatif hayatların olduğunu fark etmeden göçüp gidenlere bile öfke duyuyordu. Hiç denemediklerinden… Sorgulamadıklarından… Dinlemediklerinden… Körü körüne itaat ettiklerinden…

Bu kez konuşmayacağım yormayacağım kendimi diye kaç kez söz vermiş ve kaç kez sözünden dönmüştü… Oysa kendini sözünün eri diye bilir ve bununla da kıvanırdı. Koridordan dalgınca yan odaya geçerken aynadaki aksine gözü takıldı. Karışık duygular içinde, öfkesine gem vuracak ne gücü ne de isteği kalmamıştı.   

Bir anda, kendine verdiği sözü hatırlayınca iç çekerek; sen hep kendini kandırırsın değil mi? Yine sözünü unuttun... Devamını getiremedi. Artık kendine yöneltmişti tüm öfkesini.

Ömrü siyasetin içinde geçmiş yaşlı kurt; “Bilmiyorsunuz” demişti. “Bunlar derin mevzular. Her şey memleketin selameti için. İleride anlayacaksınız…” 

Ne kadar ileride diye geçirdi içinden. Buna dayanabilir miydi? Lütfen daha ilerisi olmasın Allah’ım diye dua etti.

Ondan güç alan yaşlı kadın devam etti; “Bir bildiği vardır…”

“Bir bildiği vardır…” Bunu kaçıncı kez kaç kişiden duyduğunu düşününce başına ağrılar girdi. Avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu; Ulan sizin bildiğiniz yok mu diye.
Gün bitiminde bedeninden çok ruhu yorgundu.  

Kaçıp gitmenin meseleyi çözmeyeceğini kabullendi. Memleketin yarısı böyle düşünenlerle doluydu.

Hep mi böyleydi? bilmezden mi geldi, tahammül mü etti yoksa sabrı mı tükendi. O, kendi halinde öylesine biri… Sadece haksızlığa, yalana tahammülü olmayan her türlü sömürüye karşı duran sıradan biri…

Yoksa o başka başka evrenlerde, adaletin, huzurun, hoşgörünün hâkim olduğu hayatlar mı yaşıyordu. O yüzden mi kabul edemiyordu her şeyin çürüdüğü bu bozuk düzeni. O yüzden değildi. Adalete susamak, yetiyordu kabullenmemesine.

İnatla ısrarla, ümidini diri tutma kararını tazeledi ve iyi ki tutunabileceğim kitaplar, şiirler var dedi. Orhan Veli’nin “Anlatamadığı” esin kaynağı oldu. Minnetle, sevgiyle selamlarını gönderdi şaire.

“Bir yer var, biliyorum.

Yoksa bile var edilebilecek bir yer. Ne kadar yakınımızda ne kadar yaklaştık bilmiyorum.

Yapabiliriz, mümkün diyorum ama anlatamıyorum…”

Şimdilik…