Bugün dünyada uygulanan siyaset sistemi, tarihte birinci ve iki dünya savaşında duvara toslamasına karşın ısrarla sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Nedir bu siyaset? Kısa olarak şöyle tanımlayabiliriz: Her sınıftan seçmenin çoğunluğunu kendisine inandıran bir lider ve partisinin ülkeyi yönetmek üzere iktidara taşınması siyasetidir. Bu siyaset kapitalizmin ürettiği bir ürünü pazarlaması için yaptığı reklama benziyor. Ürünün kitlelere gerekliliği ne kadar çok inandırılırsa o kadar çok alıcısı olacaktır. Partiler de ne kadar çok inandırıcı olursa parti de o kadar çok oy alacak.
Bu sistem sadece sıradan kitlelerce kabul edilmiş bir şey değil, aynı zamanda akademisyenler ve aydınlarca da kabul edilmiş bir durumdur. Kapitalistlerin çıkarına uygun olan bu sistem toplumun büyük çoğunluğu olan işçi ve emekçilerin çıkarına uygun değildir. İlginçtir ki demokrasi denen bu sistem gelişmiş kapitalizmin bugünkü tekelci dönemine de uygun değildir. Parlamento, yargı ve yürütme üçgeni tekellerin piyasada serbestçe at oynatmasına engel olur. Tekelci kapitalizme uygun olan bütün kararların tek kişi tarafından verilip imzanın da tek kişi tarafından atılması… Kapitalizmin1929 bunalımı sonrası bu sistemler İtalya ve Almanya’da yürürlüğe kondu. Burada örnek olsun diye Marksist Tutum dergisinden, İlkay Meriç’in 27 Nisan 2018 tarihli yazısından bir alıntı yaptım.
“Naziler, Avrupa’nın en güçlü işçi hareketine ve sol partilerine sahip Almanya’da iktidara geldiler ve ciddi bir direnişle karşılaşmadan faşizmi inşaya koyuldular. Peki, on beş yıl içinde gerçekleştirdiği üç devrimci kalkışmayla öne çıkan, iktidarı ele geçiremese de monarşiyi tahtından edip cumhuriyeti getiren, 1920’deki Kapp darbesini muazzam bir genel grevle püskürtmeyi başarmış olan devrimci bir proletaryaya, onun güçlü partilerine ve sendikalarına rağmen, Nazilerin yükselişi ve iktidarı ele geçirmeleri nasıl engellenemedi? Avrupa’nın en büyük Sosyal Demokrat Partisi ve Komünist Partisi (ki bunlar yüz binlerce üyeyle ve köklü geçmişleriyle aynı zamanda kendi Enternasyonallerinin en güçlü partileriydiler), birkaç aylık bir süreçte, hiçbir direniş yaşanmaksızın nasıl yok edilebildi?
Bugün dünyanın büyük bir bölümünde faşist hareketlerin tabanlarının hızlı bir şekilde genişlediği, bazı ülkelerde faşist partilerin tek başlarına ya da koalisyon ortağı olarak iktidara geldiği bir süreçten geçiyoruz. Faşist liderlerin sesi Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan Afrika’ya, neredeyse yetmiş yıldır çıkmadığı kadar çok çıkıyor.
Faşizmin acılarını en çok çekmiş İtalya, Almanya, Polonya, Fransa gibi ülkelerdeki gelişmeler ise özellikle dikkat çekiyor. Bilindiği gibi, “faşizm bir daha yaşanmaz, burjuvazi gerekli dersi büyük acılar pahasına çıkardı” kanısı, Avrupa liberal-reformist solunda son derece yaygındır. Oysa yaşananlar, burjuvazinin geçmişten çıkardığı derslerle, bu kesimlerin çıkarıldığını iddia ettikleri derslerin hiç de örtüşmediğini gösteriyor.”
Yazıda açıkça görüldüğü gibi İşçi sınıfı 1920’deki darbeyi genel grevle önlüyor ama Hitler’in iktidara gelişini partiler önleyemiyor. Çünkü onlar oyla Hitleri önlemeye çalışıyorlar.
Burada bu siyaset kurumunun işçi ve emekçilerin çıkarına uygun olamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Onun yerine üretim esaslı, sendikaların ve meslek örgütlerinin kendi politikalarını yaptığı bir siyaset sitemine ihtiyaç var.