Meral Tabakoğlu TOKSOY

Tarih: 06.03.2025 09:04

Ramazan Geldi Hoş Geldi

Facebook Twitter Linked-in

2025’in Ramazan ayı 1 Mart itibarı ile başladı. Oruç tutmak hepimizin bildiği gibi İslam’ın beş şartından biri. Gücü yeten Müslümanların vermesi gereken “Fıtır sadakası” da (Fitre) bu ayın içinde verilir. 

Günahlardan arınma ayı olarak da bilinen Ramazan ayı, birlik ve beraberliğin önemini hatırlatan, barış, hoşgörü ve dayanışma ayı olarak bilinir. 

Ramazan, zenginlerin yoksullara yardım etmesi için bir vesiledir.  

Kırgınlıktan, dargınlıktan uzaklaşılan, uzaklaşılması gereken, barış ayıdır Ramazan. 

Dünyevi işlere biraz olsun ara verip, zorda, darda kalanlara destek olmak, aç kalanları anlamaya çalışmak için de bir fırsattır.

Sofralarımızı yakınlarımızla, dostlarımızla paylaştığımız, bir arada olmanın manevi gücünün doyasıya yaşanması gereken bir ay.

Yukarıda saydığımız bu davranışların çoğunun unutulmaya yüz tutmuş olması veya bunları uygulayanlardan övgüyle bahsedilmesi, kendimizi sorguya çekmemizi gerektiren düşündürücü bir durum. 

Diğer yandan, günden güne ağırlaşan yaşam koşulları nedeniyle ‘Hayat gailesine’ düşen insanları anlamakta da zorlanmıyoruz…

Zaman değişir, şartlar değişir ve tekrar dayanışmayı ve yardımlaşmayı teşvik eden bu uygulamaları yeniden hatırlar, çoğaltırız belki de…

Çocukluğumda yaşadığım köyde Ramazan hazırlıkları biz çocukları da heyecanlandırıyordu. İlk hazırlıklar imece usulü, her gün bir komşuya yufka ekmek yapılmasıyla başlıyor.
Annem günün ilk ışıklarıyla kalkıyor ve kocaman bakır leğende ekmek hamurunu yoğuruyor. Ekmeklerin açılması, en az üç dört kadının çalışmasıyla ancak ikindiye doğru bitiyor. O günün en keyifli yanı, çökelek ve peynirle sokum yapılan bazlamalar. Ama tereyağı sürülmüş sıcak bazlama ve ayranı hiçbirine değişmem. Kokusu ve tadı hala damağımdadır…

Ekmeğin kokusunu duyan konu komşu, hatta yoldan geçen herhangi biri bazlama istemekten çekinmez, isteyenlere de severek ikram edilir… 

Ramazan’ın ilk günü kendi beslediğimiz tavuk veya horoz, günün ana yemeği olur ve mutlaka bir misafir davet edilir. Bu bir adet değil, sadece annemin uyguladığı bizim eve mahsus alışkanlıklardan biri. Sahurda, akşamın yemeğinin yanında kahvaltı da hazırlanır. Herkes istediğini yerken, sahurun olmazsa olmazı, hoşaf ve bulgur pilavıdır. Her şey değişse de hoşaf ramazanın sonuna kadar devam eder. Bu da babamın vazgeçilmezi arasındadır. 

Henüz oruç tutacak kadar büyümediğim halde oruç tutmaya çok hevesleniyorum. Bizim ısrarımız ve belki de bünyemizin alışması için öğleye kadar tutmamızın yeterli olduğu söyleniyor ve tuttuğumuz yarım oruçla mutlu oluyoruz.

Yine oruç tutma yaşında olmadığım halde, zaman zaman oruç tuttuğumu hatırlarım.

Bazen de tuttuğumuz orucu ailenin büyüğü olan birine hediye ediyoruz. İftar vakti geldiğinde o kişi her kimse, ziyaretine gidiyor, orucu birlikte açıp; “Orucumun hayrı senin olsun” diyerek vermiş oluyoruz. Oruç verilen kişi de çocuğa karşılık olarak harçlık veriyor. (Asıl amaç çocuklara oruç tutmayı sevdirmek) Büyük amcama böyle bir oruç hediye ettiğimi hatırlıyorum. (Harçlık vermediğini de…:( )

İlk gençlik yıllarımda Ramazan ayı yaza denk gelmişti. Sıcaktan dilimiz damağımıza yapışmış halde balkona açtığımız kocaman yer sofrasının etrafında toplandığımızı hiç unutmam. Sofraya beş on dakika önce oturup bekliyoruz. İftardan önce edilen duaların kabul olduğu söylendiğinden, hepimiz içimizden duamızı ediyoruz. Gözümüz Dörtyol’un minaresinin ışığını takip ederken bir yandan da topun patlaması bekleniyor. 

Işık yanıyor, top patlıyor ve Allah kabul etsin…

Davulcu sahur vaktini bildirmek için, köyü bir baştan bir başa yürüyerek dolaşırken, Kalın duvarlı evimizin penceresine oturup, sokağın sonunda gözden kaybolana dek izlemeyi seviyorum…

Ramazan boyunca iftarda çoğunlukla misafir olduğundan bu telaş içinde günlerin nasıl geçtiğini fark etmiyoruz. Artık bayram temizliği, bayram çöreği ve bayramlık giysileri dikme telaşı başlıyor…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —