Sadullah ÇAĞLAR


ROMA

Sadullah ÇAĞLAR


Antik kentlerin geçmişten günümüze kadar ayrı bir özelliği vardır. İnsanlığın gelişimi içinde uygarlığın kaynağı olan eski şehirler, hala güncelliğini korumaktadır.
Geçmiş dönemler incelendiği zaman Roma hala evrensel olarak, ilgi çekmeye devam etmektedir. Roma’ya trenle gittiğinizde, tren gara girdiğinde, büyük bir kalabalık sizi şoke eder.
Nedeni insan zenginliği, sanki dünyada yaşayan tüm insan çeşitleri burada bir araya gelmiş, gürültülü bir panayır yeri gibi. Tramvaya ya da taksiye bindiğinizde, Roma’nın şaşırtıcı gürültüsü devam eder.
Kentin içine girip bindiğiniz vasıtadan şehri seyretmeye devam ederken, akşamüstü sokaklar, gündüz gibi kalabalıktır. İnanılmaz bir coşku, kaldırımda masalar.

Sıradan çalışan insanlar masada, önlerinde milli yemekleri makarna, kadınlı erkekli ortak yemekler, uzun sohbetler ve hep gülen ve mutlu insan toplulukları.  

Kentin içine girdiğinizde büyük Kollezyum karşınıza çıkar. Gladyatörlerin dövüştüğü stadyumda, kölelerin ölümüne mücadelesi ve Spartaküs’ü hatırlarsınız. 

Onun sevdiği arkadaşıyla ölümüne kavgaya zorlanması, trajik sahneyi hatırlatır ve gözleriniz nemlenir. Ve Roma’da akşam olduğunda her yer ışıklarla donanmıştır.
Bir gün sonra otelinizden çıkıp şehri gezmeye başladığınız zaman, dikkati çeken İtalyan kadınları, Acı Pirinç filmindeki Silvano Mangona ve diğer filmlerde gördüğümüz unutulmaz kadın sanatçılar Gina Lollorigida, Monica Vitti ve efsane Sophiya Loren kadar güzeller. Ve turistlerin uğrak yeri olan Aşk Çeşmesi’ne gidip havuzun çevresinde oturanları, havuza para atıp dilekte bulunanları görünce, İtalyan Sinemasının dahi yönetmeni Fellini’nin unutulmaz filmi Dolce Vita (Tatlı Hayat) aklımıza gelir.

1960 yapımı filmde başrollerini İtalyan artist Marcello Mastronni  ve İsveç asıllı  güzel sanatçı Anita Ekberg’in oynadığı filmde Anita,  gece yarısı aşk çeşmesinin olduğu havuza elbiseleriyle girer. Uzun sarı saçlarıyla muhteşemdir. Ve sanki yeni çağın Venüs’ü doğmuştur. Bu film sinema tarihinde, estetik bir insan güzelini anlatıyordu. 
Ve Aşk Çeşmesi’nin çevresinde gıda sergileri. Sergiyi gezdiğinizde satıcılar ellerindeki karpuz dilimini size ikram ederken, satıcıların çığlıkları sizi etkiler.

Şehri gezerken öncelikli yerlerden bir diğeri Capitol Müzesi. Çünkü bu müze İtalya’nın tüm gelişimini önümüze kor. Müzenin her yanındaki tablolar tüm dönemleri yansıtırken, politik önderler ve bilim insanları, sanki canlı gibi önümüzdedir.

Ve sanatçılar heykellerini oldukça estetik ve canlı gibi yapmışlar. Sokrat ve Çiçero heykelleri sanki size sesleniyorlar; evet benim haykırışım insanlığın özgür olması içindi, ama beni anlamadılar. Bizler geleceğin uygar dünyasını öne koyduk. Özellikle dönemin filozofu Dante büyük eseri olan ilahi komedya kitabıyla yeni çağı haber veriyordu.
Müze’de sanki tarih konuşuyor gibi. Hani derler ya ‘Bütün yollar Roma’ya çıkar’.

Kent büyük meydanlarla kuşanmış ve bir diğer önemli yer de İmparatorluk sarayı. İmparator Neron burada 14 yıl kalmıştı. Roma’yı yakmaya karar verdiğinde, yangından ilham alıp, müzik besteleyeceğini söyleyip, Roma’yı yaktı.

Meydanlar genel olarak ihtişamlı opera ve tiyatro salonlarıyla kuşanmış. Roma’da yeni bina göremezsiniz. Binaların boyaları bile eski. Sanki eski bir kente gelmiş gibisiniz.
Bizde kaybolan atlı fayton arabalar orda hala devam ediyor. İtalya’da tekstil sanayi oldukça gelişmiş. Giyim mağazalarının vitrinleri son moda kadın elbiseleri, döpiyesler ve erkekler için kruvaze takımlarla dolu. En şık kravatlar, en güzel makosyen ayakkabıla, ve fötr şapkalarla dolu vitrinler insanın başını döndürürler.

Sokakta müzik yapan çalgıcılar, akordiyon sesleri, meşhur arrividerci Roma (hoşça kal Roma) şarkısını çalıyordu. Geçmişin kadife sesli sanatçısı Tina Rossi sanki hayattaymış gibi. 

Roma yaşayan antik bir kent ve dünya insanı antik kentlerin mimarisiyle yaşamak istiyor.