Beyaz perde dünya kültürünü sokağa indirip sınırları ortadan kaldırıp evrensel dünyanın önünü açmıştır. Sinema insanı görsel sanatla besleyen 7. sanat harikasıdır. Fotoğrafın hareket etmesi, süreç içinde insanın konuşması inanılmaz bir devrimdi. Klasik edebiyatçı, daha doğrusu Sheakspeare'ci, Köy Enstitüleri’nde öğretim üyeliği yapan Sabahattin Eyüboğlu bir söyleyişinde "Sinema, Oxford'un alternatifi olup, sokaktaki yoksul insanları buluşturan inanılmaz bir kent kültürü aracıdır. Kırsal kişiyi dünya insanıyla bir araya getiriyor."
Eyüboğlu, konuşmasına devam ediyor. "Ben Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde görev yaptığım zaman okulların Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'la işbirliği yaparak Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ne bir sinematek kurduk. Köy çocuklarına öğretici filmler gösterdik. Örneğin John Steinbeck’in Gazap Üzümleri eseri filmini, yine yazarın Fareler ve İnsanlar'ını, Vadim O kadar Yeşildi Ki filmini gösterime sunduk. Sheakspeare'nin Romeo Julliet, Casablanka, Şarlo'nun Büyük Diktatör’ü, Sovyet yönetmen Sergei Esenstein’ın Potemkin Zırhlısı ile Aleksandr Nevskiy, Gorki'nin Ana filmini sürekli gösterdik. Sinemayla ilgili çalışmalarımıza bazen Milli Eğitim Bakanı Haşan Ali Yücel, yazar dilci Nurullah Ataç, Sabahattin Ali katılırdı. Filmleri önce öğrencilerle izler, sonra filmin konusuyla ilgili açık oturum yapardık."
Örneğin Yılmaz Güney, Türk sinemasını dünya sinemasına taşıdı. Yaptığı Yol, Sürü filmiyle adım evrensel Batı’ya taşıdı. Özellikle ilk çıkışını yaptığı Umut filmi, dünya sinemasında yankı yarattı. Peki Güney, bu geniş kültürle nereden beslendi? Adana’da bir dönem Batı sinemalarıyla karşılaştırılacak muhteşem sinema salonları vardı. Güney, sinemadan sinemaya film kutusu taşıyarak beyaz perdede büyüdü. Ölümsüz Yaşar Kemal, anılarında “Adana Halkevi benim üniversitelerimdi” der. 1940 yıllarında tiyatro sanatçısı Cahide Sonku; "Bizler Halkevleri eseriyiz" der. Acaba Halkevleri, Demokrat Parti yönetimi tarafından 1952 yılında neden kapatıldı? Geçtiğimiz günlerde çocukluğumun geçtiği Kırıkhan'a gitmiştim. Yakınlarıma eski Kırıkhan'daki sinemaları sordum. “Bana hangi sinema? Kırıkhan'da sinema mazide kaldı. Şu anda burada sinemalar kapanalı yıllar oldu” dediler.
Bir zamanlar geçmiş dönemi hatırladım. Kırıkhan Halkevi sineması, Şahinin Kahvesi, bir sürecin Kırıkhan'da en görkemli dönemiydi. Oynatılan filmlere baktığınız zaman Samson Delilah, Robin Hood, Zafer Yaratan Casus... Bu filmler bölge olarak, dublajları daha yeni yapılmış Türkçe olarak ilk defa Halkevi sinemasında oynatıldı. Erol Filllyn'in Don Juan, Robin Hood, Vatan Kurtaran Aslan ve en ilginci Nazım Hikmetin eseri olan Halide Pişkinin rol aldığı Lüküs Hayat operası, tiyatro olarak Kırıkhan Halkevi'nde gösterildi.
Genel olarak sokaktaki insanların beslendiği kültür kaynağı sinemaların kapanması, içimi sızlattı. Aslında biz sanki hayal dünyasında yaşıyorduk. Hangi sinema? Kırıkhan bir zamanların kenti kocaman köy olmuştu. Şimdi ise Türkiye'nin geneli köy kente koşuyordu. Geçmişte küçümsediğimiz laik kültür, mazi olmuştu. Bütün bunları neden anlatıyoruz? Şu anda elimdeki Bilim ve Sanat’ın Mart 1987 yılının sayısını okuyorum. Doktor Erdal Atabek'in Sinemasızlar yorumunu incelerken Kırıkhan'da, daha doğrusu ülke genelinde hızla her şeyin paraya dönüştüğü bir süreç yaşandı. Dr. Atabek, haklı olarak önemli bir konuyu gündeme getirmişti.
"1987 yazı. Bandırma'dayız. İlk kez yapılan kültür ve sanat festivalinde bizim imza günümüz var. Bandırma, İstanbul'un neredeyse burnunun dibinde. Denizi olan şirin bir kent. Dostlarla konuşuyoruz. Bandırma'da yıl içinde kültür hayatını merak ediyorum. Kültür çalışmaları, toplantılar, tiyatro, sinemalar... ‘Sinema yok’ diyorlar şaşırıyorum. Nasıl sinema yok? İki tane sinema salonu vardı, ikisi de kapandı. Birisi iş hanı oldu, diğeri de öyle bir şev olacak. Yakınlarıma soruyorum. Yani sizler şimdi hiçbir film görmüyorsunuz? Hayır izlemiyoruz.
Sinemasızlarla ilk karşılaşmamız. Sonra düşündüm sinema sanatı nasıl bir dünya zenginliği. Marlon Brando'nun Viva Zapata ile gelen heyecanı hatırlıyorum. Çocukluğumun Kleopatra’sını, İkinci Dünya Savaşı’nın belgesi olan Dünü Unutma filmi, 1936 yapımı Romeo ve Juliet, Fransa’da ihtilali anlatan Marie Antoinette, yine Marlon Brando'nun unutulmaz Rıhtımlar Üstünde... Bu filmlere heyecanla koşan insanlar acaba şu an neredeler?
Sinemasızları yeniden düşündüm. Sinemasızlık aşılmalı diye düşündüm. Dergisizlik, gazetesizlik, kitapsızlık, o güzelim mecmualar ne oldu? Kafamızı kültürle beslemeye mecburuz. Eğer özgür insan olacaksak."
Dr. Atabek, 12 Eylül darbe yönetiminde Barış Derneği üyeliğinden yıllarca cezaevinde yattı. Evrensel aydın olmanın bedelini ona ödettiler. 12 Eylül, ülkenin beyazperde kültürünün simgesi olan İstanbul Sinematek’in kurucusu. Onat Kutlar... Sinemanın asıl görevi olan genel aydınlanmayı, sokağa taşımak olan, 7. sanata öncülük edenlerdendi.
Evet, her şeye rağmen yaşasın sinema diyoruz.

