Türkiye'de görevdeyken kendi isteğiyle parti değiştiren milletvekilleri ve belediye başkanları, seçimler dışında bireysel olarak siyasi tercihler yapabilmektedirler. Bu tercihler Anayasa’ya ve yasalara aykırı değildir. Yani partiden istifa ettikten sonra da görevini sürdürebiliyorlar.
Anayasayı yapanlar milletvekilleri ve belediye başkanları için bu konuda etik bir ilke getirmemiş. Bu tür geçişler genellikle siyasi strateji, kişisel görüş ayrılıkları, parti içi uzlaşmazlıklar ya da karşı partiyi zayıflatmak amacıyla yapılmaktadır. Bu stratejilere baskı, şantaj ya da rüşvet eşlik eder. Geçen günlerde parti değiştiren Aydın Belediye Başkanı iktidar partisine geçer geçmez hem rüşvet iddiaları dolayısıyla mahkemeye gitmekten kurtuldu hem de İller Bankası'ndan Aydın Belediyesi'ne 860 milyon lira kredi çıktı. Ama muhalif belediyelere kredi yok.
Parti değiştiren siyasilere birkaç örnek vermek gerekirse…
Ecevit’in partisi 1977 seçimlerinde birinci parti oldu ama hükümeti kuracak milletvekili çoğunluğuna sahip değildi. Adalet Partisi'nden ayrılan 12 milletvekiliyle görüşerek onlara bakanlık vaadi ile çoğunluğu sağlamak istedi. Onlardan 11i teklifi kabul etti. Onların her birine birer bakanlık verdi. Sonradan Ecevit bu olaya “en büyük siyasi hatam” dedi.
2018–2023 döneminde MHP ve AKP’den ayrılan birçok milletvekili İYİ Parti, DEVA, Gelecek Partisi gibi yeni oluşumlara katıldı.
CHP'den ayrılıp İYİ Parti’ye geçen milletvekilleri ve belediye başkanları oldu. Bağımsız aday olarak seçilip sonradan partiye katılanlar da bu kategoriye girer.
Son örnek de Aydın Belediye Başkanının yaptığı gibi 344 bin oy alarak CHP’den belediye başkanı seçiliyor, sonra AKP’ye geçtiğinde yine belediye başkanlığını sürdürebiliyor. Elbette burjuva normlarına göre bile etik sayılmaz. 344 bin oyun ne kadarı partiye ne kadarı bireye verildiği belli değil. Bu durumda belediye başkanlığını hala sürdürmesi düpedüz seçmenleri kandırmak olacaktır. Türkiye'de belediye başkanları kişisel olarak seçilir, yani halk doğrudan kişiyi seçer. Ancak bu seçim, parti kimliğiyle birlikte yapılır; adayın bağlı olduğu parti, seçmenin kararında büyük rol oynar. Mevcut yasalar, bir belediye başkanının görevdeyken parti değiştirmesi durumunda görevden alınmasını öngörmez.
Kendi partisinden ayrılanlar olduğunda bu durumdan şikâyet eden partiler, yasalara ya da Anayasaya, “seçilmiş birinin bireysel kararla parti değiştirmesi halinde görevi sona erer” diye bir madde koymak için hiç girişimde ve çabada bulunmazlar. Çünkü bilirler ki bugün başka partinin kullandığı bu yöntem yarın kendisine lazım olacaktır.
Bu da burjuva siyaset kurumunun sadece ezilen halk kitlelerini değil, birbirlerini de aldatmakta ya da tam ifadeyle birbirlerine de kazık atmakta hiçbir vicdani rahatsızlık duymazlar. Bu burjuva siyaset kurumun iflasının ve çürümüşlüğünün bir göstergesidir.
Bu çürümüşlüğün bir ifadesi de delege seçimleridir. Bu partilerin kendi içlerinde bile siyasi anlamda bir birlik yoktur. Delege seçiminde dini, ulusal, feodal (akrabalık ilişkileri) genel merkeze yakınlık gibi etkenler rol oynar. Daha çok delegeye sahip olmak için delege seçimlerinde kavga bile olabilir.
Seçim sisteminin en büyük açmazlarından biri de sandıkta bir kişiye oy verdirip halkı ekonominin düzelteceğine inandırmasıdır. Bunu da beş yılda bir tekrarlamaktır. Halk, bu oyunda sadece sandığa oy atan bir figürandır. Seçimleri kazanmak için sahte ve geçersiz oylar ve hilelerin kullanılması da mubah sayılır. Kazanınca “atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.” İki seçim arasında halkın yönetim ve denetimde bir rolü yoktur.