Dünya şehirleri içinde İstanbul kadar yüzlerce yılın tarihi ve kültürel zenginliği olan çok az şehir var. Bunlar Paris, İskenderiye ve Roma. Fakat bu antik kentler içinde İstanbul’un yeri başkadır.
Peki neden İstanbul başkadır? Elbette muhteşem Marmara Denizi ve Boğaz manzarası ilk aklımıza gelen nedenlerden biridir. Tarihi Haydarpaşa tren garının önünde durup büyülenmiş gibi şehre bakarken yolcularını bekleyen vapura binmek bambaşkadır.
Şehre ilk geldiğinizde ve vapura binip etrafı seyrederken çamlıca tepesi göze çarpar. Doğa harikası Küçük Çamlıca Kerime Nadir’in romanlarına konu olmuştu. Geçmiş yıllarda Çamlıca tepesi muhteşem yalılarla ve bahçelerle kuşanmıştı.
Henüz beton Çamlıca’ya uğramamıştı. İlkbahar geldiğinde kırmızı gelincikler bir gerdanlık gibi Çamlıca’yı süslerdi.
Milli mücadele günlerinde Kuvai Milliye Çamlıcada kurulup Anadolu’ya destek verdi. Esat Mahmut Karakurt Allaha Ismarladık romanında bu konuyu yazmıştı.
Evet vapur Haydar Paşa tren garından hareket ettiğinde şehrin manzarası adete büyüler insanı. Tarihi Aya Sofya, Sultan Ahmet meydanı ve Gülhane parkının asırlık ağaçlarına bakarken Nazım’ın Ceviz Ağacı şiiri aklımıza gelir.
Saray Burnunda bulunan Atatürk’ün heykeli sanki eliyle düşmanın savaş zırhlılarını işaret ederek adeta; Geldikleri gibi giderler, sözünü söyler.
Ve genç Cumhuriyetin dünyaya müze olarak açtığı Topkapı müzesi tarihi ağaçlar arasından ışık saçan kubbeleriyle ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.
Yolunuz Bahariye caddesine düşerse kafeler ve kitap evlerini yan yana görebilirsiniz. Yine bu bölgede yer alan geçmişte opera ve sanat evi olarak ta kullanılan Süreyya sineması hatırlanır.
1936 yılında Türkiye’yi ziyaret eden İngiltere Kralı VIII.Edvard İstanbul gezisinde Moda kulübünde misafir edildi.
Yine bu çevrede bulunan Kalamış geçmişte Münir Nurettin Selçuk’un bestesine ilham kaynağı oldu; Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış’tan .
Galata köprüsüne çıkıp Karaköy’den tramvayla İstiklal caddesine çıktığınızda Beyoğlu’nun kalbine gelirsiniz. Beyoğlu’nu gezerken akla Muammer Karaca tiyatrosu, Elhamra ve Saray Sinemaları gelir. Maalesef bu güzel yerlerin çoğu yıkıldı.
Yine Beyoğlu’nda bulunan Markiz pastanesi ise sanatçı ve aydınların uğrak yeri idi. Şair Orhan Veli, Sabahattin Eyüboğlu, Mina Urgan ve Atilla İlhan ilk akla gelenler. Ayrıca Muhsin Ertuğrul, Cahide Sonku gibi sinema ve tiyatro sanatçılarının da olduğu pek çok aydın pastanede bir araya gelerek ülke ve dünya sorunlarını tartışırdı.
İstanbul 1940’lı yıllardan itibaren adeta bir dünya şehri oldu. Zira savaş sebebi ile Almanya’dan kaçan pek çok bilim insanı ve sanatçı İstanbul’a geldi.
1940’lı yılların başında İstanbul gazeteleri, Almanya’nın 2. adamının Türkiye’ye büyükelçi olarak atanan Von Papen’in, İstanbul’a geldiğini yazıyordu.
İstanbul’a geldiğinde Pera Palas otelinde kalan Von Papen Markiz pastanesini ve Sen Antuan Kilisesini gezer. Üstü açık Mersedes'i ile İstanbul’u gezen Von Papen şehre hayran olur.
Evet Beyoğlu İstanbul’un kalbidir. Tıpkı New York’taki beşinci cadde gibi. Pera’yı aşıp Tepebaşı'na geldiğinizde bir zamanlar burada olan tiyatroları ararsınız. Artık orada ne tiyatrolar kaldı ne de Münir Nurettin ve Müzeyyen Senar’ın duygu dolu sesleri ile halka seslendikleri sahneler.
Ve tarihi Pera Palas oteli eski ihtişamını kaybetti. Mustafa Kemal’in İstanbul’un eski günlerinde kaldığı, ayrıca meşhur yazar Agatha Christie ve dünya sinemasının yıldızı Greta Garbo gibi ünlüleri misafir eden otel görülmesi gereken yerler arasında.
İstanbul’a gezdiğinizde Taksim meydanına uğramadan geziniz eksik kalır. Taksim meydanındaki eşsiz anıtta simgeleşen Cumhuriyeti kuranları saygı ile selamlamak görevdir.
Elbette ki dostlukların buluştuğu Çiçek Pasajı da unutulmaz. İstanbul’un her semti gezilmesi ve görülmesi gereken tarih ile doludur.