Nurullah ER


TREN YOLCULUĞU

Nurullah ER


Yolculuklarımızda özel araçla gidiş gelişlerimizi, otobüslerle yapışımızı, havayoluyla uçuşlarımızı anlatırken tren yolculuğundan pek bahsetmeyiz. Demek ki yapmıyoruz.

Halbuki dünyanın en emniyetli, en güvenilir, en hızlı ve konforlu taşıma aracının tren yolculuğu olduğu bilinir.

İskenderun bu konuda şanslı olsa da, tren yolculuğuna pek rağbet olmadığını gördüm.

İskenderun garı 1913’de Fransızlar tarafından yapılmış. 

Amanosların Çığlığı adlı romanımı yazarken araştırmalarım sırasında,  İskenderun’un sınırlarımız dışında kaldığından, trenin Payas istasyonuna kadar Türk makinistleri tarafından getirildiğini, oradan Fransız makinistlere teslim edildiğini, dönüşte de aynısının yapıldığını duymuştum. O nedenledir ki, tren yolculuğunun ve taşımacılığının İskenderun için tarihi bir geçmişi var. Geçen hafta Adana’ya trenle gittim.

Sabah 7’de İskenderun garına geldiğimde Fransızlar tarafından yapılmış iki katlı, sarı boyalı, kiremit kaplı kendine has bir mimariye sahip gar binası depremde zarar görse de tüm görkemiyle ayaktaydı. Demir Çelik’te  çalışırken işe gidiş gelişleri trenle yapıldığından o günleri hatırladım.

Kompartımana geçtiğimizde dışarının sıcak havasını çalışan soğutma sistemi aldı götürdü. İçerisi bir yayla başı gibiydi. Ayrıca koltuklar arasında ki mesafenin geniş olması, koltukların yeniliği, içerisinin temizliği, belli aralıklarla konulmuş masaların bulunması, tuvaletlerin ve lavaboların mevcudiyeti ve temizliği  yolculuk için cazipti.  Ne var ki fazla yolcu yoktu. Kondüktöre sorduğumda elli iki kişi olduğunu söyledi. Yolculuk boyunca geniş pencerelerden  bakış açısının büyüklüğünden  tüm manzaraları yakalıyorsun. Payas kadar deniz kıyısını yalayıp geçerken, Erzin’e kadar portakal bahçelerinin içinde gibisin, ardından Çukurova’nın bereketli topraklarının seyri... Ve  ara istasyonlarda, aynı tarz mimariye sahip istasyon binalarının görüntüleri, anons sesleri, inenlerin, binenlerin hareketliğinden zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmadan bakmışın ki Adana’dasın. Böylesi emniyetli, güvenli , rahat ve konforlu, aynı zamanda ucuz, bazı kesimlere indirimli, manzaralı bir yolculuk neden tercih edilmez. Belki toplumun  belleğinde hala “ kara tren” mantığı, ya da toplu taşımacılığa karşı oluşan bir önyargı ve karayolu taşımacılığı seviciliği var. Toplumumuza da fazla haksızlık etmeyelim. Yirmi yıllık iktidarın demiryollarından, tren yolculuğundan bahsettiği çok az duyulmuştur. Varsa yoksa duble yollar, köprüler, paralı yollar, tüneller. İstanbul- Ankara  arası ve kısa mesafeli hızlı tren yolculukları az da olsa yapılmaktadır. Ne var ki, dikkatsizlikler, ihmalkarlıklar, teknolojideki eksiklikler nedeniyle zaman zaman kazalar yaşanmaktadır.

Japonya’nın dünyada olağanüstü hızlı ve yüksek güvenliğe sahip bir demiryolu ağı vardır. 2002 yılında Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geldiğinde Ankara’dan İstanbul’a trenle gider. Ne var ki yolculuğu 13 saat sürer. Sorduklarında, “En güzel manzaraları seyrettim, Japonya’da olsaydı böyle manzara seyredemezdim, hiç de sıkılmadım” der. Karayolunda  sıkça rastlanan trafik sorununu ve kazalarını buna tercih etmiş olabilir mi diye insanın sorası geliyor.

Demiryolu sanayi devriminin en büyük simgelerindendir. 1800 yıllarda İngiltere kullanmaya başlamış, bize de bir otuz kırk yıl sonra gelmiş. İlk olarak, İzmir- Aydın arasına döşenen raylar, zamanla; Osmanlı sınırları içinde yer alan; Avrupa, Mısır, Ortadoğu topraklarına kadar uzanmış. Daha çok askeri amaçla kurulan demiryolları, yabancı şirketler tarafından yapılmıştır. Osmanlı topraklarının işgali sırasında, demiryollarıda işgal edilmişti. Cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşı’nda “ Demirağlarla ördük anayurdu dört baştan dizeleri, demiryollarının önemini belirtiği kadar, tam bağımsız bir ülke yaratmanın heyacanını anlatıyordu.

Demiryolları ağı, Cumhuriyetle birlikte askerimizi taşıdığı kadar; yoksulluğu, gurbeti, sılayı da taşımıştır. O insanların sessiz çığlıklarına tanıklık etmiştir. Kalabalık istasyonlarında, yakınlarını, sevdiklerini içleri acıyarak yollandı. Bir kara tren hüznü yaratıldı.  

Günümüz iletişim ve ulaşım teknolojisi uzağı yakın etmiş, gurbet ve sıla özlemlerini bitirmiştir. Şehir içi ulaşım  ve şehirlerarası yolcu taşımacılığı genellikle dünyada metro ve hızlı trenlerle yapılır hale gelmiştir. Ne var ki ülke yöneticileri bu gerçeği daha kavramamış görülmektedir. Yıllardır ülkemizde karayolu taşımacılığının bu kadar teşvik edilmesi birilerine kısmet yaratmak mı, yoksa birilerine hizmet etmek mi? Yıllardır ne anlayabildik, ne de çözebildik. Geçmişte Hatay Büyükşehir Belediye Başkanını ziyarette, İskenderun şehir içi trafiğinin kargaşasını ve Erzin- İskenderun, İskenderun- Arsuz arasında dolmuş yolculuğunun  ilkel olduğunu, çok kazalara sebebiyet verdiğini, bu güzergahlar için bir tramvay ağı düşünüyor musunuz?” diye sorduğumda, “Şu anda Kıbrıs feribot seferlerinin başlamasıyla ve Expo-21’le meşgulüz, İskenderun şehiriçi trafiği için de güzergahlar değiştireceğiz, alt geçitler, köprüler yapıp trafiği hafifleteceğiz, tramvay uzun, zor iş. Ayrıca minibüs ve dolmuşçular için de bu işten ekmek yiyenler var” demişti. Bu yapılanların neler meydana getirdiğini, nelere mal olduğunu, nasıl sonuç yarattığını hepimiz gördük.   

Demek ki iki yanlış bir doğru yapmamış.  

Yine şehir içi trafik kargaşası, yine trafik kazaları, yine Arsuz yolunda ambulans sesleri... Ölümlü  kazalar, maddi kayıplar...  

Gerçek olan şu ki, çağımız her ne kadar bilim ve teknoloji çağı olsa da, acımasız bir sömürü çağıdır. Ne mutlu ki bunun sefasını sürenlere,  ne mutlu ki bunun cefasına çekenlere!  

Yaşananları gördükçe yanlış yerde doğmadığımızı, fakat yanlış yerde bulunduğumuzu fark ediyorum.