Geçen gün bir arkadaşım unutulan olaylarla ilgili bir yazı yazsan diye hatırlatırken, bir yandan da aklına gelenleri alt alta sıralamaya başladı.
-15 Temmuz…
- Rıza Zarrap olayı…
- Fetö Borsası…
- 128 milyar…
Bunlar onun hatırlattıklarının sadece birkaçıydı
Ben de yaşadığımız ve çabucak unutulan felaketlerin bazılarını sıralıyorum. Zira hepsini yazıp içeriğiyle anlatmak için kitaplar yazmak gerekir.
17 Ağustos 1999 Gölcük (Marmara) depremi. (17.480 kişi öldü)
31 Mayıs 2014 Soma maden faciası. (301 kişi öldü)
29 Kasım 2016 Adana Aladağ öğrenci yurdu yangın faciası. (11’i çocuk 12 kişi öldü)
8 Temmuz 2018 Çorlu tren kazası. (25 kişi öldü)
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremleri. (53.537’den fazla kişi hayatını kaybetti.)
22 Ocak 2025 Kartalkaya otel yangını. (78 kişi hayatını kaybetti.)
Hangisi hatırlanıyor, hangisinden ders çıkarıldı dersiniz? Bir afetin veya fıtratında olan herhangi bir felaketin yıl dönümlerinde, anma programlarından ileri gitmeyen bir anlayış içerisindeyiz.
1939’da yaşanan Erzincan depremi, tarihe ülkemizde yaşanan en etkili depremlerden biri olarak geçmiş. Ama ne yazık ki o yıldan bugüne dişe dokunur bir deprem politikası uygulanmaması en son 6 Şubat’taki acıların yaşanmasına zemin hazırladı.
İki kişi bir araya geldiğimizde hâl hatır sorduktan sonra, konumuz ülkenin içinde bulunduğu durum oluyor.
Gündemin her gün değişmesi ve her birinin diğerini unutturan boyutta olması önceki olayı arka sırada bırakıyor. Bunca flaş olayların içinde insan nereye bakacağını şaşırıyor. Yine de unutmayan ve unutturmak istemeyen ve giderek kalabalıklaşan bir kitle umudumuzu diri tutmamızı sağlıyor.
Arkadaşımın yazmamı istedikleri gündemi takip eden herkesin bildiği gerçek yaşanan olaylar ama gerçek de olsa yazmak, hatta konuşmak bile sakıncalı oldu artık.
Sıradan bir ev hanımına sokak röportajında ekonomi ile ilgili görüşleri sorulunca; bir yandan serzenişte bulunuyor bir yandan da “Bu söylediklerim için bir şey olmaz değil mi?” diye kaygılanıyordu. Toplumun her kesiminde muhalif olan her birey bu kaygıyı, daha doğrusu korkuyu yaşıyor.
Geldiğimiz yere baktığımızda korkmakta haksız da değiller.
Ülkenin gündemi ile ilgili çevrenizdeki insanların düşüncelerini merak ettiğiniz oluyor mu?
Merak etseniz de dinlemeyi, fikir alışverişinde bulunmayı da unuttuğumuz için konuşmak çok da mümkün olmuyor.
Görünüşte, sağ sol olaylarının yaşandığı seksen öncesi gibi değil ama, için için birbirine kızan, arkasından konuşan ve birbirine tahammülü azalmış bir topluluk haline geldik. Akrabalığın, kardeşliğin, komşuluğun değeri bile aynı görüşte olmayınca değişmeye başladı. Tıpkı, siyasal iktidarın söylemleriyle ifade ettiği; “Bana oy verenle vermeyeni bir tutamam…” beyanındaki gibi…
Biz bu filmi daha önce de izlemiştik değil mi? hem de defalarca. Ve… her unutmanın bedelini milletçe ödedik ama biz bunları da unuttuk gitti…
Kadın ve çocuk cinayetleri, tecavüzler, tacizler gündemden hiç eksilmiyor. Her gün kadınlar öldürülüyor. Çoğu kadın en sevdiği, bir zamanlar en çok güvendiği, üstelik en çok güvende olması gereken yerde, evlerinde öldürülüyor. Peki biz kaçını hatırlıyoruz bu cinayetlerin?
Narin Güran cinayetinin üzerinden bir yıl geçti. Anne, amca, abi, komşusu tutuklu ama cinayeti kim, neden, nasıl ve nerede işledi belli değil. Ölüm yıldönümünde mezarı başındaki anmada ailesinden çok hiç tanımadığı kişilerin olduğunu görüyoruz. Narin’in arkasından küçücük kız çocuklarının, “Narin için adalet” sloganları içimizi bir kez daha yaktı ama bir süre sonra o sesler de kulağımızdan silinecek…