Yalancının mumu yatsıya kadar yanar deyimini ve yalancı çoban hikayesini hepimiz biliriz. Her ikisinde de verilen mesaj aynıdır. Yalanın mutlaka ortaya çıkacağı ve söyleyeni zor durumda bırakacağı. Tabi utanmayı bilen, ahlak sahibi biri ise. Ahlaklı bir insan yalan söyler mi diye sorarsanız, insanoğlu beşer şaşar. Mühim olan hatayı fark edip dönebilmektir.
Sekiz dokuz yaşlarındayken, yalancı çoban hikayesine benzer bir olay yaşamıştım. Evimizin önündeki dut ağacının başına çıkmış dut yerken, aklıma muziplik yapmak geliyor. Tamamen doğaçlama.
Başlıyorum çığlık atarak yılan var yılaaan! diye bağırmaya. Ablamlar, annem koşarak kapıya çıktıklarında gülmeye başlıyorum. Hepsi birden tersleyip gerisin geriye eve giriyorlar. Asıl olay bundan birkaç dakika sonra başlıyor. Ballanmış kocaman bir duta elimi uzattığım anda parmağımın az ötesinde dalın üzerine boylu boyunca uzanan, boz bir yılanın nerdeyse burnuna dokunacağım. Ne olduğunu tahmin edersiniz ne ağaçtan inebiliyorum ne de feryatlarıma inandırabiliyorum. Sonunda çığlıklarım dinmeyince inanmasalar da azarlayıp, haddimi bildirmek için dışarı çıkıyorlar ve gerçek olduğu anlaşılıyor. Öyle kormuşum ki kaskatı kesilmiş, çıktığım ağaçtan inemiyorum. Kucaklayıp aşağı indiriyorlar. O yaşta alınabilecek en büyük derslerden birini böylece alıyorum.
İlerleyen yıllarda yılandan çok yalandan korkmam, yaşadığım bu olayla ne kadar ilintili bilmem ama annemin yalan konusundaki hassasiyetinin önemli rolü olmuştur.
Birinin üzülmesini önlemek veya iyiliğe sebep olacak durumların dışında yalan söyleyemem ve söyleyenlere zerre saygı duymam.
Geçen hafta oturmuş kimi köşe yazarlarına göz atarken, Sözcü Gazetesi yazarlarından Deniz Zeyrek’in yazısı dikkatimi çekti. 09/Ağustos/2024 tarihli köşesinin konusu “Ağustos’un büyük yalanları” başlığı altında toplanmış. Yazısına; siyasette yalan sıradandır diye başlıyor.
Ve ardından siyasilerin yalan vaatlerini, yalan beyanlarını madde madde sıralıyor. Ama sadece ağustos ayında söylenen yalanları… Son bir yılı yazmaya kalksa köşe değil, gazetenin tamamını kullanması gerekebilirdi. Burada o maddeleri sıralamayı düşünmüyorum. İlgilenenler bulup okuyabilir.
Siyasette yalan söylemek sadece ülkemize mahsus bir durum olmasa da diğer ülkelerin bu konuda bizimle boy ölçüşebileceğini sanmıyorum.
Öyle zamanlara geldik ki yalanlara, cinayetlere, yasa dışı ardı arkası kesilmeyen olaylara içerlesek de bizde şok etkisi yaratmıyor veya gerektiği manada şaşırmıyoruz. Nelere şaşırıyoruz bir gözden geçirelim. Mesela; sokakta içinde yüklüce para olan cüzdanı sahibine ulaştıran insana şaşırıyoruz o artık günün kahramanı oluyor. Hatta bazıları bu davranışı sergileyene; enayilik yapmış diyebiliyor. İade etmese saygınlığı daha çok artacak bu gibilerin gözünde.
Aynı Şener Şen’in “Namuslu” filmindeki gibi. Eminim izlemeyeniniz yoktur yine de filmin konusunu kısaca hatırlayalım isterseniz. Ali Rıza (Şener Şen) namuslu bir veznedardır. Kimsenin saygı duymadığı, itilip kakılan biri. Bir gün iş yerinin parasını hırsızlara kaptırınca kimse inanmaz ve parayı zimmetine geçirdiğini düşünürler ve bir anda ailesi de dahil olmak üzere herkesin sevgisini saygısını kazanır…
En sonunda çalmadığını öğrendiklerindeyse hayal kırıklığına uğrayıp, “namusluymuş namussuz!” repliği hep akıllarda kalacak kadar çarpıcıdır…
Küçük bir çocukken bile cüzdanını düşüren kadının peşinden koşup, verdiğimi hatırlarım. Bunlar olağan, olması gereken davranışlardı bizim için.
Doğru söyleyen, çalmayan, işinin gereğini yapan, tüm tehditlere rağmen dikey binalara imar izni vermeyen belediyelere şaşırıyoruz…
Liyakati esas alanlara şaşırıyoruz…
Ve bunlar artık olağan dışı, meziyet haline gelen davranış sayılıyor. Saymakla bitiremeyecek kadar örnek sıralanabilir. Durum şu arkadaşlar, yadırgayacağımız şeylerle olması gereken normal davranışlara verdiğimiz tepkiler yer değiştirmiş durumda…
Yalancı çobanın ve benim yalanım çabucak açığa çıkmış gereken dersi almıştık. Darısı kayıtlı kuyutlu beyanlarını inkâr edip hiçbir şey olmamış gibi davrananların başına…
Yalan üzerine yazdığım bir dörtlükle hoşça kalın.
YALAN
Yalan söyleyen sen
Şüphe eden gene sen
Öyle sığ bir denizdeyim ki
Yüzemeyişim, debelenip duruşum bu yüzden…