Meral Tabakoğlu TOKSOY


YAYLALAR YAYLALARIMIZ

Meral Tabakoğlu TOKSOY


Uzun zamandır bilgisayarımda taslak olarak beklettiğim, yaylalarımızı anlatan yazımı, Sadullah Çağlar hocamın geçen haftaki yaylaları anlatan makalesini okuyunca tamamlama isteği duydum. Sadullah Hocam kendisinin de çocukluğunun geçtiği, İskenderun ve Kırıkhan halkının yararlandığı, yaylaları anlatmış ellerine sağlık. Zevkle okuduğumu belirtirken, sayın Çağlar’ın izniyle ben de Dörtyol’da doğmuş ve büyümüş bir insan olarak, kendi çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği yaylalarımızdan bahsetmek isterim. Uzun zaman önce, sanırım doksanlı yıllarda terör olaylarından dolayı sekteye uğrayan yaylacılık, son yıllarda küresel ısınmanın da etkisiyle eski canlılığına kavuştu. 

Hesaplarıma göre en az 70 yıl önce dedemlerin yaylaya gitmesiyle bizim de yayla hikayemiz başlamış. 

İlk yıllarda henüz dünyaya gelmediğim için annemin anlattığından öğrendiğim, çalıyla örülmüş kulübelerde yaşadıkları.

Bahsettiğim yayla, Hatay’ın Dörtyol ilçesinin Topaktaş yaylası. İlçeye 19 km. uzaklıktaki yaylada çok keyifli, yazlar geçirmiştik. Suyu, havası ve doğasıyla tam bir dinlence yeri iken günümüzde bu özelliklerinin çoğunu yitirdiğini söylemeliyim. Yaylanın biraz yukarısında Taşoluk denilen, piknik için gittiğimiz bir yer vardı. Ormanın içinde patika yoldan tek sıra halinde yürüyerek gittiğimiz ve (15- 20 dk yürüyorduk diye tahmin ediyorum) ulaştığımızda muhteşem bir akarsuyla karşılaştığımız, doğa harikası bir yerdi. Buz gibi suda elinizi uzun süre tutamazdınız.

7, 8 yıl kadar önce çocukluk anılarımı canlandırmak ve çocuklarıma da oraları göstermek için gittiğimizde bin pişman olmuştum. Keşke hatıralarımda yer ettiği gibi kalsaydı diye. O patika yol araç yoluna dönüşünce, özelliğinin büyük bölümünü kaybetmiş, akan su da depoya alınınca kuru taş yığını kalmıştı. Hissettiğim hayal kırıklığı ve kızgınlığı sanırım tahmin edersiniz.

Annemlerin ilk yıllarda yaşadığı çalı kulübelerin yerini çocukluğumuzda sevimli, tahtadan evler almışken onların yerinde de yeller esiyordu. Neredeyse birbirinin içine girmiş, dip dibe betonarme yapılar… 

Yaylaların dokusunun bozulması, neredeyse gecekondu mahallelerine dönmesini, uzun yıllardan bu yana yönetimlerin yaylalar konusunda açık bir politika izlememiş olmalarına bağlayabiliriz.

Çocukluğumun yaylası Topaktaş’ta akşamüzeri yemek saati yaklaşınca biz çocuklar ellerimizde su kaplarıyla pınarın yolunu tutardık. Her zaman mutlaka sıra olurdu ama bu bizim için oyun oynamak gibi eğlenceli bir aktiviteydi. Su doldurduğumuz kapların dışı buğulanır, buz gibi suyla eve dönerdik. Mahallemizin ortasında akan oluğun altında, hayvanlar için koca bir ağaçtan oyulmuş tekne (yalak) vardı. Hayvanların su içmesinin haricinde kimileri çamaşır da yıkardı. Tüm yaylalarda belirli yerlerden çıkan sular çam ağacından yapılan oluklardan akardı. 

Topaktaş’ta akşamüzerleri çoğu insan, yayladan görünen “tahta fırlatan” dönemecini gözetler, (büyüklerin anlattığından; yıllar önce tahta yüklü bir at orada uçuruma yuvarlanınca böyle anılır olmuş.) ilçeden gelecek olan yolcular beklenirdi. Yaylaya çalışan birkaç araçtan biri Habeş’in kamyonu diğeri de kırmızı fargo pikabıyla Fargocu İsmet’ti. Kiminin siparişleri, kiminin eşi, toza bulandıkları kamyonun, pikabın, kasasından inerlerdi. Babam tüm ihtiyaçlarımızı giderir ama çoğunlukla işi çıkar ve gelemezdi. Asıl ihtiyacımızın kendisi olduğunu bilmezdi belki de…

Annem sessizleşir, sekiz çocuklu ev annemin sessizliğine ortak olurdu… Babam geldiğinde Taşoluk’a pikniğe gidilir buz gibi suyun kıyısında, jiletle kesilmiş gibi dümdüz taşların kimi oturak, kimi masa, kimi de ızgaramız olurdu. Babam bu taşların birinin üzerinde kütükler yakar taş iyice ısınınca ateşi kenara iter ve sıcak taşın üzerinde etleri pişirirdi… 

O günden sonra bu şekilde pişirilen et hiç görmedim ve yemedim…  Şu anda yazları geçirdiğimiz Çökek’ yaylası Dörtyol’a 7 km. On beş dakikada ulaşılıyor. Burası aynı zamanda gençlik yıllarımızı geçirdiğimiz yer. Ahşap, önü balkonlu, çatısı kiremit şirin evlerde otururduk. Elektriksiz, yolu toprak, suyu güzel, dağların ortasına çukur bir alana kurulduğundan da ‘çökek’ denmişti. Sabah, öğleden sonra, akşam her daim komşu ziyaretleri olurdu. Elektrik olmasa da çay saatleri boş geçmez ocakta altına kül koyduğumuz özel kek tencerelerinde kek yapılırdı. 

Dörtyol’un Karakese mahallesinden çıkılan yayla yolu artık asfalt ve rahat bir yol. İlçeye çok yakın olmasına rağmen hava özellikle geceleri gayet serin. Bunca katliama maruz kalsa da doğa hala direniyor ama su eskisi gibi çağıl çağıl akmıyor maalesef. Yaylanın sembolü sayılan merkezdeki çınar altındaki pınar bile zaman zaman kurumaya başladı.

Günümüzde bütün yaylaların nüfusu katbekat arttı. Eskiden piknik yeri olan yerler bile yayla oldu. Şu anda Dörtyol’dan çıkarken sırasıyla yaylalar.

-Çökek; kırk yıl önce sadece ahşap, dokuya uygun, seyrek olarak inşa edilen evlerden oluşurken şimdi betonarme yapılarla doldu. 

-Yahyalı; (gençlik yıllarımızda sadece bir toprak dam vardı ve bir aile sebzecilik yapardı. Bir adı da elmalıktı. Yeşil büyük elma ağaçlarından adını almıştı.) günümüzde Çökek yaylası ile birleşmek üzere. 

-Pekmezci; o yıllarda orada da birkaç aile sebze yetiştiriyordu şimdi orası da geniş bir yayla haline geldi.

Topaktaş; şu an Dörtyol’un en büyük yaylası…

Domuz damı…

Harman gölü… 

belki bir gün oraları da anlatırım…