Meral Tabakoğlu TOKSOY

Tarih: 15.05.2025 07:21

Yirmi Sekiz Ay Oldu…

Facebook Twitter Linked-in

6 Şubat 2023 depreminin üzerinden yirmi sekiz ay geçti. Neredeyse iki buçuk yıl…  İskenderun için konuşacak olursak, gidişata baktığımızda kentimizin eski haline dönmesi için en az bir bu kadar daha dayanmamız gerekecek. 

İskenderun ve deprem bölgesinde olan şehirlerin en büyük sorunlardan biri de bir türlü önlenmeyen hava kirliliği. Depremin ilk yılında uzmanlar “Asbest” tehlikesine dikkat çekerek, enkazların sulanmasının hayati önem taşıdığı konusunda sayısız uyarılar yaptılar. Bu ikazlara rağmen, enkazlar kaldırılırken çoğu firma bu uyarıyı dikkate almadı. Hasarlı binaların yıkımının yanı sıra, yükleme boşaltma sırasında da oluşan tozlar hayatı daha da zorlaştırdı.

Enkazlar kaldırıldıktan sonra inşaatlar başladı. Bu zaten hepimizin arzu ettiği bir şey. Bir an evvel toparlanıp, şehirlerimizin ayağa kalkması… Ama yine kural tanımazlıklar devam ediyor. Kimi yerde yetersiz, çoğu yerde ise yollar hiç sulanmıyor. İş makinelerinin ve dev kamyonların oluşturduğu tozlar, bitkilerin rengini bile değiştirdi. Ağaçlar artık yeşil değil buralarda. Grimsi, bulanık bir renge büründüler. 

İskenderun’da hava kirliliği ölçümleri, “Sağlık açısından çok sakıncalı” uyarısı veriyor ama ölçümlere bakmaya bile gerek yok aslında. Kapınızdan dışarı çıktığınızda fark edilen, gözle görülür ölçüde bulanık bir hava… Anladığım kadarıyla deprem bölgeleri için bu tozlu hava kaçınılmaz, önlenemez bir durum olarak kabul ediliyor.

Kışın kapı pencere açılmadığından kendimizi nispeten, koruyabiliyorduk belki ama artık havaların ısınması ile balkonlarda, bahçelerde oturma ihtiyacı doğdu.

İskenderun gibi sıcak iklime sahip bir yerde eve kapanamazsınız çünkü. Kapanırsanız da klimayı açıp 24 saat çalıştırmak zorunda kalırsınız… Bu da maddi manevi başka sorunları doğurur.

Ağaçların grileştiği, balkonları her gün yıkasanız bir saat sonra eski haline geldiği bir bölgede ciğerlerimiz ne durumda onu henüz tam olarak bilmiyoruz. Ama solunum yolu rahatsızlıklarının belirgin şekilde arttığı da bilinen bir gerçek. 

Buradan yerel yönetime ve ilgililere bir kez daha seslenmek istiyorum. Orta yerde duran ve insan sağlığına ciddi zararı bilinen bir sorun var. Durumu siz de biliyorsunuz zaten. 

Bu yolların düzenli olarak, gerekirse iki üç kez sulanması çok mu zor? 

Maliyeti düşürmek ve daha çok kâr etmek için insan hayatı yine önemsenmiyor.

Şu anda es geçilen şey yarın öbür gün kaç kişinin sağlığının bozulmasına, yaşam kalitesinin düşmesine, belki de hayatını kaybetmesine neden olacak? Belli ki bunun vebali de kimsenin umurunda değil…

Benimki de laf değil biliyorum. Şimdiye dek halkın sağlığı kimi ilgilendirdi, kimin umurunda oldu ki?

Depremden sonra iki kez gittiğim Antakya’ya epeydir çok istememe rağmen gitmemiştik. Geçen hafta kısmet oldu. İlk günlerdeki yıkık ve hasarlı binalar kaldırılınca inşaat çalışmalarından dolayı köstebek yuvasına dönmüş bir bölge ile karşılaştık.  

Adliye binasının bulunduğu bölgeden, yok olmuş kentin merkezine girmeye çalışırken, otostop yapan bir öğrenciyi de alıyoruz. Kan ter içinde şehrin öbür ucundaki evine gitmeye çalışıyormuş. Oturdukları mahalleden okula servis olmadığından yakınırken; “Her gün okula gitmek için neler çektiğimizi bir görseniz” diyor.
Yol demeye bin şahit isteyen toprak yoldaki hendeklerden ilerlenmiyor. Uzun uğraş sonunda ana yola çıkabiliyoruz.

İki buçuk yıl sonra Antakya’yı hala, bu halde görmek tarif edemeyeceğim kadar canımı yaktı. Tıka basa dolu olan konteyner kentlerde, yirmi metrekarelik alanda bunca zamandır yaşam mücadelesi veren onca insan…

Eğer gözünüzle görmeseniz inanacak gibi değil… 

Çağ atlayan ülkemde depremden iki buçuk yıl sonra durum bu işte.  

Antakya’da hayatın devam ettiği tek yer “Uzun çarşı.” Çarşının tamamı açık olmasa da oradaki hareketlilik ve canlılık insanı umutlandırıyor.  

Uzun çarşıda çoğumuzun bildiğini tahmin ettiğim bazı mekanlar  vardır. Lezzeti kadar tarihi yapıların ruhu da çeker bizleri oralara. Bunlardan birinin önüne gelince depremden zarar görmeden kurtulmuş olmasına seviniyor, içeri giriyoruz. Esnaf dertli; çarşıdaki birkaç vakıf malı haricinde, kendi dükkanları da dahil, tüm çarşıya yıkım kararı verilmiş olmasına anlam veremiyor. Yüzlerce yıllık tarihi olan bir çarşıdan söz ediyoruz. Çocukluğumdan beri Antakya’ya her gittiğimizde uğramadan dönmediğimiz, misafirlerimizi gururla gezdirdiğimiz, hepimizin hatıraları olan, şehrin kalbi diyebileceğimiz bir çarşıdan. Tüm esnaf endişe içinde olacakları beklerken, aralarında imza kampanyası başlattıklarını söylüyorlar.

Çarşı esnafı restorasyon yapılmasını istediklerini ve seslerini duyurmamızı isterken önemle ekliyorlar: Aman abla ismimizi yazma sakın… 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —